Orta Dünya’nın vicdanı Samwise Gamgee

“Eleştirmenler, Tolkien’i -basitleştirmeciliğinden- Orta Dünya’nın sakinlerini iyiler ve kötüler diye ikiye ayırmasından ötürü çok suçladılar. Tolkien gerçekten de bunu yapıyor, iyileri, sevimli zaafları olsa da tamamen iyi, Ork’ları ve diğer hainleri ise toptan berbat. Ama bütün bunlar günışığı etiğiyle, geleneksel erdem ve kötülük standartlarıyla konulmuş yargılar. Öyküye ruhsal bir yolculuk olarak baktığımızda ise çok daha farklı ve tuhaf bir şeyle karşılaşıyorsunuz. O zaman karşınıza çıkan, her birinin kara bir gölgesi olan parlak bir figürler topluluğu. Elf’lere karşı Ork’lar. Aragorn’a karşı Kara Süvari. Gandalf’a karşı Saruman. Ve hepsinden öte, Frodo’ya karşı Gollum. Ona karşı ve onunla birlikte...” Ursula K. Le Guin

Orta Dünya’nın vicdanı Samwise Gamgee

Yıllar önce kara mecmuA dergisinde yayımlanan bir Yüzüklerin Efendisi eleştirisine rastlamam beni seri üzerine tekrar düşünme ve bildiklerimi gözden geçirme sürecine itmişti. Jenerik bir konu olarak bugün yeni platform uyarlamaları ile tekrar hepimizin radarına giren Yüzüklerin Efendisi ve tüm Orta Dünya anlatısı, popüler uyarlamalarından bağımsız günümüzde hala güncel bir mesaj taşıyor. Güçten, iktidardan gönüllü bir şekilde vazgeçen kahramanın öyküsü...

John Ronald Reuel Tolkien’in öyküsü…


Her modern anlatı, şüphesiz bahse aldığı konuya ilişkin seslendiği dünyadan izler taşıyor. Konuya tam bir giriş yapmadan önce, üzerinde durulması önemli birkaç hususa vurgu yapmam gerektiğini düşünüyorum.

Yüzüklerin Efendisi serisi başta olmak üzere fantastik kurgunun belki de en tanınmış pek çok eserinde imzası bulunan J.R.R. Tolkien, 3 Ocak 1892’de, Güney Afrika’da Bloemfontein’de doğdu. Annesi ve babası Birmingham’lıydı. Babanın banka müdürü olan aile hep birlikte sömürgeci mirasın takipçisi olarak Afrika’da yeni bir hayat kurmaya gitmişlerdi.

Tolkien’in hayatının geçtiği yerler, eserlerine de derinden yansımıştı. Öyle ki Afrika’da geçen çocukluk yıllarında karşılaştığı canlı doğal hayat, eserlerinde takip edilen ayrıntılı coğrafi tasvirlere ilham vermiş olmalıydı. Serinin sıkı takipçileri için birer koleksiyon nesnesi haline gelen yayınlanmamış haritalar ya da yeni edisyonlar için üretilen versiyonlar, üzerine “Orta Dünya coğrafyası” başlıklı akademik çalışmalar yapılacak kadar ileri bir doğal çevre kurgusunu barındırıyordu.

Mekanlarını esinleyen yerler arasında; J.R.R. Tolkien’in babasının kaybı sonrası yerleştikleri Birmingham’daki Sarahole köyü yer almaktaydı. Buranın kulağa küçük ve komünal bir cennet tasviri gibi gelen Shire’ı andırmakta olduğunu görürüz. Sarahole köyünün yakınlarındaki Moseley Bataklığı da hem Orta Dünya’daki konumu hem de Tolkien’in hayatındaki yeri göz önünde bulundurulduğunda Tom Bombadil’in yaşadığı Yaşlı Orman’a denk düşüyor gibi görünür. Tolkien, Yüzüklerin Efendisi İki Kule’de tasvir edilen Minas Morgul ve Minas Tirith gibi yapılar için ise Birmingham’daki yıllarında karşılaştığı Viktoryen mimariden derinden etkilenmişti. Bunlardan biri 1758 yılında inşa edilen Perrott’s Folly ismindeki 29 metrelik kuleydi.

Bütün bunlar sembolik birer ilham öğesi olarak Tolkien evrenini şekillendirmiş olmasının yanında onun geçmişe duyduğu ilginin de dışavurumuydu. J.R.R. Tolkien, içinde yaşadığı dünya savaşı yıllarının bir çeşit alegorisi olarak düşlediğini söylediği Orta dünya evreninin zeminini bir çeşit viktoryen iyi-kötü dengesi üzerine inşa etmiş olmalıydı. Buna eşlik eden alternatif dünya kurgusu, gerçeklikle bağı olabildiğince artırmak ve ileriki paragraflarda üzerinde duracağımız derin tarihsel bir bağ atmak için incelikle inşa edilmişti.

Fantastik edebiyat ve ikincil dünya

Fantastik edebiyatın sıklıkla bir kaçış edebiyatı olduğu düşünülür. On Fairy Stories (Peri Masalları Üzerine) isimli kitabında da Tolkien bir ikincil yaratım fikrinden bahsetmekte. Yani yazar, varolan gerçekliğin dışında yeni bir gerçeklik yaratma fikrine vurgu yapmaktadır. Bu ikincil dünya gerçek, ancak maddi bir varlığı olmadığı için kendini yaratabilmek için bir çeşit içeriklendirilmeye ihtiyaç duyan bir dünya olarak düşünülebilir. Öte yandan bu yaratılan yeni gerçeklik mutlaka maddi gerçeğin reddi üzerine kurgulu olmak zorunda değildir.

Yıllar içerisinde bu evren üzerine yazılıp çizilen pek çok metinde, yazının girişinde bahsi geçen örnekteki gibi negatif faktörler üzerinde duruldu. Kaba bir basitleştirme ile Orta Dünya’daki birbirinden farklı tasvir edilmiş ırkların bedensel özellikleri üzerinden ırkçılık eleştirisi yapan da oldu, hayali hikayeler anlatarak toplumun gerçeklerden uzaklaşmasına hizmet ettiği gerekçesiyle apolitik olmakla suçlayan da.. 1954 yılında yayınlanmış bir çok satan roman olarak düşünüldüğünde bu tür okumalar geçerlilik kazanabilecek olsa da Tolkien’in dilbilim üzerine çalışan bir akademisyen olarak yarattığı evrene yüklediği anlam bir romandan çok daha fazlası. Günümüzde popüler uyarlamalar üzerinden canlılık kazanan bazı tartışmalar ise edebiyat dünyasındaki geçmiş tartışmalara aşina olanlar için “güncellenmiş” bir déjà vu duygusu yaratıyor.

Dilbilim ve sözlü anlatılar tarihi üzerine derin çalışmalar ve çeviriler yapan Tolkien’in yarattığı fantastik edebiyat dünyası çalışmalarıyla bağ kurulabilecek özgün bir yan barındırıyor. Tıpkı yönetmen Christopher Nolan’ın gerçek bir İkinci Dünya savaşı “zafer tarihçesi” olmayan İngiltere’ye bir çeşit zafer anlatısı yaratabilmek için Dunkirk filmini kurgulaması gibi, Tolkien gerçek bir destana sahip olmayan Anglo-sakson kültür için modern bir destan yazmak istemişti. Orta Dünya evrenindeki çağları dikkatli bir şekilde takip ettiğiniz zaman, yerleşik mitolojik anlatılardaki zaman kurgusu gibi devamında pre-modern dünyaya bağlayabileceğiniz bir mantık silsilesi görmek mümkündür.

Tolkien’in eserlerine biçtiği anlam dünyası burada bizim için o kadar da merkezi bir rol üstlenmediği için bu kısımdaki zaman derinliği bahsini kısa geçelim ancak temalar varmak istediğimiz noktayı açması bakımından ayrıca bir önem taşıyor.

Tolkien eserlerinde bahsi geçen merkezi temanın, özellikle güç kullanımı ile özdeşleşen “tek yüzük” ile cisimleştiği anlaşılmaktadır. Tolkien eserinin bir alegori olarak yazmadığını ancak “nükleer bomba” vb. benzetmelerle çeşitli yorumlar üretilmesinin okuyucuya bırakılması gerektiğini öne sürmüştü. Ölümünden sonra yayınlanmamış eserlerini derleyip okuyucuyla buluşturan oğlu Christopher Tolkien’e yazdığı 1943 tarihli mektubunda “Politik görüşlerim giderek daha çok anarşizme kayıyor” diyor, en ahlaksız iş olarak “birinin diğerine patronluk etmesini” gösteriyordu. Bu bilgiler Tolkien’in bize anlatmak istediği hikâyenin anarşist bir mesajı olduğunu ispatlamasa da onun düşünce dünyasını şekillendiren ilham kaynaklarının potansiyelini göstermesi açısından oldukça önem taşıyor.

Tek yüzüğün tüm diğer güç yüzükleriyle birleşerek evreni kötülüğün hizmetine sunacak bir güce ulaşması fikrinin yanı sıra Tolkien’in ustalıkla eserine iliştirdiği “yüzüğün iyilik için kullanılabilecek olması fikri” kritik bir ayrıntı olarak öne çıkarılması gerekiyor. Zira baştaki alıntıda Ursula K. Le Guin’in başarıyla tespit ettiği saf kötü ve saf iyi ayrımına ek destansı bir dualizm, Tolkien’in eserindeki ana temanın nasıl anlaşılacağını da etkiliyor. Bu sebeple karakterlerin iyiliği ve kötülüğü de onları ortaya çıkaran koşullarla birlikte anlam kazanıyor.

Shire düzeni

Orta Dünya’nın en barışçıl halkı olan hobbitler Shire adı verilen 4 eşit bölgeye dağılmış halde anlatılmakta; Kuzey, Güney, Doğu ve Batı Dirhemler. Shire’da (genel olarak Hobbitler arasında) devletsi kurumların toplum üzerindeki etkisinin oldukça zayıf olduğu gören gözlerin malumu. Hobbitler kendi yaş günlerinde başkalarına hediye veren dayanışmacı bir halk olarak tasvir ediliyor. Öyle ki bu sebeple her birinin evleri eski eşyalarla dolu. Sık sık bayramlar ve kutlamarla bir araya geldikleri şenlikleri mevcut. Seride bahsi geçtiği üzere “Erdiyarlılar hariç Hobbit’ler kapılarını pek kilitlemezler”. Tolkien’in oğluna yazdığı mektubunda referans verdiği “insanların bir isminin olduğu dönemler” bu ayrıntılarla birleşince okuyucuya Ortaçağdaki tahsilattan ve savaştan başka zamanlarda devletle pek de karşılaşmayan domestik hayatın bir yansıması gibi görünüyor.

“O devirlerde Shire’da pek bir -hükümet- yoktu. Çoğunlukla aileler kendi işlerini kendi hallediyordu. Yiyecek yetiştirmek ve bunları yemek zamanlarının çoğunu alıyordu. Genellikle diğer konularda aç gözlü değil son derece cömert olurlardı.”

Ancak Shire’da yine de gelir adaletsizliğine dair bazı emarelere yer verilmiştir. Örneğin bazıları ekonomik daha “varlıklı”dır ve yerel yöneticiler tarafından idare edilmektedir.

“Shire’ın reisleri vardır. Belediye başkanı ya da muhtar statüsüne denk düşen bu reisler kendine bağlı bazı kurumları organize eder. Bunlardan biri Hobbit Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı Shire Erleri’dir. Ancak hikâyenin anlatıldığı dönemde sembolik bir kurum halini almıştır zira Shire’lılar uzun yıllardır savaşsız yaşamaktadır.”

Film uyarlamasının aksine bilindiği üzere Shire’a savaş Saruman’ın yenilgisinin ardından hikâyenin sonunda gelir. Bu ayrıntılar filme dahil edilmemiş olsa da bu barışçıl halkın bir özsavunma birliği kurarak kötülükle özdeşleşen güçlere karşı direnebildiği vurgulanmıştır. Ayrıca eğer “Orta Dünya çapında” bir savaşta iseniz kendi küçük komünal köyünüze dahi bir gün savaşın gelebileceğini düşündürmektedir.

Shire’ın ütopik yaşam kurgusunda öne çıkan başlıca karakterlerden biri ise diğer örneklere nazaran üzerinde daha fazla durmayı hak ediyor.


İktidarı kendi iradesiyle reddeden karakter 

Bu yazıda üzerinde yoğunlaştığımız Samwise Gamgee karakteri romanın baş aktörü olan “yüzük taşıyıcısı” Frodo Baggins’in en önemli yoldaşı. Soyadı, Tolkien’in gençlik yıllarını geçirdiği Birmingham’a dayanıyor (Gamgee o dönemde aktif yerel sıhhi bir pamuk markasının adı olarak yazara ilham vermişti). Sam, Orta Dünya’nın 3. Çağında 2980 dünyaya gelmiş, Bell Gamgee ve Hamfast Gamgee'nin oğluydu. Altı kardeştiler. Babası Ham Gamgee, Bilbo Baggins’in bahçıvanı, Sam ise Frodo’nun bahçıvanlığını yapıyor. İsmindeki wise - bilge, akıllı olarak çevrilebileceği gibi sam ile birleştiğinde semi-wise olarak da okunmaya da müsait yani “yarım akıllı”.

Sam bütün kibarlığı ve saflığıyla serinin merkezi hikayesi boyunca en önemli rolü üstleniyor. Bir nevi “yüzük taşıyıcısının taşıyıcısı” olarak ona yoldaşlık eden Sam arkadaşlık, dostluk gibi faktörlere bütün dünyevi amaçlardan daha çok önem veriyor. Çocuklarından birine Yüzük Kardeşliği’nin en önemli üyesi Frodo diğerine de yüzüğün önceki taşıyıcısı Bilbo ismini verecek kadar davasına bağlı. Ancak bütün maceraların en ateşli zamanlarında bile köyündeki huzuru ve yediği yemekleri özlüyor.

Orta Dünya evreninde Gri limanlar olarak tariflenen bir nihai kurtuluş diyarı mevcut. Burası ölümsüz elflerin Orta Dünya’daki işleri sona erdiğinde gittikleri içeriği çok tariflenmemiş bir cennetvari ülke. Sam, Gri limanlara yüzük taşıyıcısı olduğu için gidebilen üçüncü hobbit olarak belirleniyor. (Diğerleri Bilbo ve Frodo’dur). Sam’in Gri Limanlara gidecek üçüncü kişi olarak seçilmesi bize kahramanlıkların her zaman seçilmiş kişiler ve esas oğlanlar tarafından yapılmadığını anlatıyor. Anlatıdaki “ölümsüzlük”le mükafatlandırılan kişiler, Orklarla savaşan ordunun komutanları ya da tahtını geri alan Kral Aragorn olmuyor, iktidarın reddi ile tarihte ismini kazanacak olan eline nadiren kılıç almış hobbitler oluyor.

Sam, yüzüğü gerçek anlamda kendi iradesiyle reddeden yegâne kişi olarak Orta Dünya’nın vicdanı konumunu ediniyor. İsildur, Bilbo, Frodo gibi “yüzük taşıyıcıları” yüzüğü bırakmakta zorlanmış ya da bırakamamışken, Gandalf gibi Elrond gibi Orta Dünya’nın büyük kişilikleri yozlaşacakları düşüncesiyle yüzüğe dokunmaya dahi cesaret edememişken. Sam, Tom Bombadil’le birlikte yüzüğü umursamamış, aldığı gibi geri vermesini de bilmiş bir kişi olarak Tolkien anlatısının gerçek kahramanıdır. Tom Bombadil’in “dünya işlerinden elini eteğini çekmiş” bir nevi ermiş statüsünde olduğu kabul edilirse, Sam’in buradaki tek gerçek reddiyeci olduğu daha iyi anlaşılmış oluyor.

Bir bütün olarak Tolkien eserinde mutlak iyi ve mutlak kötü ayrımına dayalı ikili dünya mantığıyla hareket eden bir hiyerarşik tarih anlatısı kurgulamıyor. Aksine her iyinin içinde bencillik, korku, ihanet olabileceği her kötünün içinde de onu dönüştürebilecek bir çekirdek olabileceğine vurgu yapan bir kavrayışla hareket ediyor. Tolkien’in güçten feragat üzerine kurduğu anlatısı ve kahramanlaştırdığı “küçük boyutlu ancak devasa güçleri sabırla ve kolektif mücadeleyle alt edebilen kahramanlar” vurgusuyla şekilleniyor. Alternatif geçmiş anlayışına bağladığı zamansız kurgusu ise iktidarsız bir özgürlük anlatısı üretiyor.