Akhilleus ve küçük adam: itaatin trajedisi
Mitoloji, eğlencelik öyküler değil; iktidar, itaat ve başkaldırı biçimlerinin kadim hafızasıdır. Akhilleus’un öfkesi, sadece bir kahramanın kralla çatışması değil, üç bin yıllık bir isyanın yankısıdır.
“… buyruğundaki insanlar aşağılık olmasaydılar, bu küfürler son küfürlerin olurdu.”
(Akhilleus, İlyada, I-231 vd)
İlyada yalnızca bir savaş şiiri değil, aynı zamanda bir iktidar trajedisidir. İç içe geçmiş tanrılar, krallar, kahramanlar ve onların ardında suskun, görünmeyen bir çoğunluk... O suskunluk, iktidarın gerçek taşıyıcısıdır. Agamemnon’un emri kadar, onun buyruğuna hiçbir sorgu duymadan itaat eden askerlerin varlığı, o emirleri mümkün kılar.
Homeros’un Akhilleus’u öfkelidir. Ama bu öfke yalnızca kendi payını elinden alan Agamemnon’a değil; onun emrindeki savaşçıların sessizliğine, sürüleşmişliğine, içselleştirilmiş korkaklığına da yöneliktir. Öfkesinin merkezinde sadece iktidar değil, iktidarın koşulsuzca taşınmasına duyulan nefret vardır.
Küfür Agamemnon’a değil, düzenin kendisine
Akhilleus’un Agamemnon’a yönelttiği söz, savaş alanındaki bir hakaretin ötesindedir. “Buyruğundaki insanlar aşağılık olmasaydı…” ifadesi, sadece lidere değil, onun altında hizalanmış olan düzene, itaat kültürüne, ödlek topluluğa yöneltilmiş bir hesaplaşmadır.
Bu noktada, Wilhelm Reich’ın Dinle Küçük Adam metniyle neredeyse birebir örtüşen bir söylem çıkar karşımıza. Reich’a göre “küçük adam”, iktidarın gerçek taşıyıcısıdır. Sırtında kırbaçla gezmeyen bir efendisine, sırf alışkanlık, korku ya da özgürlükten kaçarak var edilen aidiyet duygusuyla hizmet eden insan tipidir bu. Ne yapacağını söyleyen biri yoksa ne yapacağını bilemez. Yetkiyi sorgulamak yerine ona sığınır, eleştirilecek şeyi değil, eleştireni hedef alır.
Akhilleus’un isyanı, tam da bu küçük adamlaradır.
Tanrılar, krallar ve hiçbir şey söylemeyenler
İlyada boyunca tanrılar kurban talep eder, krallar buyurur, kahramanlar savaşır. Ama on binlerce askerin içinden konuşan çok az kişi vardır. Geriye sadece komutla yürüyen bir kalabalık kalır. Oysa Akhilleus, kendi öfkesini geri çekip savaşa katılmadığında, her şey durma noktasına gelir. Birey, sürüye karşı bir kuvvet olarak çıkar ortaya.
Ne var ki bu başkaldırı, kahramanca bir zaferle değil, son derece acı bir gerçekle sonuçlanır: En yakın dostu Patroklos ölür. Akhilleus savaş alanına döner ama artık herhangi bir düzenin taşıyıcısı değil, yıkıcısıdır. Tanrılar tarafından önceden yazılmış ölüme yürüyen bir figürdür artık.
İtaatin trajedisi burada kendini gösterir: Başkaldıran yoksa, en sonunda herkes ölür. Çünkü düzen, çürüyerek de olsa sürer. Ama isyan eden biri varsa, en azından o çürümenin karşısına bir yüz, bir beden, bir öfke koyulur.
Bugünün küçük adamları
Bugün artık antik çağdakine benzer savaş meydanları yok belki (belki de vardır) ama buyruğa uyanların sessizliği hala sürüyor. Talimatla çalışan, emirle inanan, kitle halinde hareket eden, bireyselliğini ideoloji, inanç ya da korku uğruna gönüllü olarak terk edenlerin milyonlarcası hala aramızda. Onlar için itaat etmek bir güvenlik, bir aidiyet, bir kolaylık biçimi ve kendi vicdanını gönüllü olarak susturmayı alışkanlık haline getirmiş milyonlar, itaatin kültürel sürekliliğini sağlar. Faşizmin en iyi müttefiki, dışsal baskı değil, içsel konfor alanıdır.
Bugünün Akhilleus’u, belki bir savaşçı değil. Ama yöneltilmiş öfkeyi taşıyan herhangi bir öznede o ruh yeniden beliriyor. Sanatta, yazıda, sokakta, yaşamın içinde kendi kararını vermeye çalışan her bireyde bir Akhilleus var. Ve onun karşısında yine sessizliğin kurduğu bir iktidar ağı duruyor.
Mitoloji, başkaldırı için bir araçtır
Mitoloji, bugünü anlatmanın bir yolu değil sadece; onu dönüştürmenin de aracıdır. Destanlar, yalnızca kahramanlık öyküleri değil, tarih boyunca var olmuş iktidar biçimlerinin edebi izdüşümüdür. O yüzden İlyada’yı yalnızca geçmişin bir anısı olarak değil, bugünün öfkesine tutulan bir ayna olarak okumak mümkündür ve hatta böyle de okunabilmelidir.
Akhilleus’un sözleri, Agamemnon’un hükmü kadar güçlüdür. Hatta ondan daha kalıcıdır. Çünkü bu sözde, bir düzenin teşhiri değil, parçalanması için atılmış bir adım vardır. Çünkü mitolojik öfke, sadece sistemin değil, zihnin yapısını hedef alır. İsyan, bir kralı devirmek kadar, içimizdeki uysallığı da katletmeyi gerektirir. Akhilleus’un bu haykırışı tam üç bin yaşında olsa da hala genç, hala taptaze ve hala daha yankılanır.
“.. buyruğundaki insanlar aşağılık olmasaydı, bu küfürler son küfürlerin olurdu.”
Bu sadece bir tehdit değil; bir lanettir. İtaate ve itaati doğuran, sürüleştiren, bireyi ve bireysel alanı yok eden zihniyete yönelmiş üç bin yıllık bir lanet.
(Bu yazının genişletilmiş versiyonu Kallistes Art dergisinin güncel sayısında yer alacaktır.)