Norm devlet

Tüm bunları süreci yakından takip etmeye çalışan biri olarak çok şey bildiğim için söylemiyorum. Eğer bu süreçte taraflar samimi olsalardı öncelikle devlet geçmişten bu yana imha, inkar ve kolonyalist politikalar ile ilgili olarak Kürtlerden özür dilerdi. Bu özürün gerekçesini .....

Norm devlet

Besim Erarslan

Son günlerde hayatımıza yeni bir kavram girdi adı Norm Devlet. Bu kavramı Abdullah Öcalan dolaşıma soktu. En azından ondan öncesinde medyada telaffuz edilmiyordu hatta bilinmiyordu. Biraz konuyu açmak için alıntı yapmak zorunda kalıyorum. Bunun için peşinen özür diliyorum.

"Norm devlet, Nazi Almanya’sının muhalif Yahudi düşünürlerinden Ernst Fraenkel’in siyaset literatürüne kazandırdığı bir kavram. Diktatörlük teorisini çözümleyen bu kavram, yazarın 1941 yılında kaleme aldığı “İkili Devlet: Diktatörlük Teorisine Bir Katkı” kitabında yer alıyor. Kitap, İletişim Yayınları’nın “Faşizm İncelemeleri” dizisinden Tanıl Bora çevirisiyle 2020’de yayımlandı.*

“İkili Devlet, Alman hukukçu (ayrıca sosyalist ve Yahudi) Ernst Fraenkel’in 1941’de yayımlanan klasik eseri.[1] Kitabın alt başlığı: Diktatörlük Kuramına Bir Katkı. Fraenkel, Türkçe’ye çevrilmemiş bu önemli kitapta, Üçüncü Reich’ın ilk evresi diyebileceğimiz 1933-38 dönemine odaklanarak Nazi Almanya’sında hukukun nasıl işlediğini içeriden anlatır (bu “içeriden anlatma” meselesine az sonra döneceğiz). Kitabın temel tezi, 1933’ten itibaren Almanya’da devletin ikili bir görünüm arz ettiği, kendini hiçbir biçimde hukukla bağlı saymayan bir “tedbir devleti” (Maßnahmenstaat) ile en azından mevcut kanunlar uyarınca işleri yürütmeye çalışan bir “norm devleti”nin (Normenstaat) çetrefil bir biçimde yan yana ve giderek iç içe var olduğudur.”(Serdar Tekin, Birikim Sayı: 354, Ekim 2018)    

“Norm devlet gibi kavramlar, siyasî teoride mutlaka zıddıyla beraber yer alır. Siyasî olgu, bu kavram çiftinin aralarındaki çelişkilere müracaat edilerek açıklanır. Fraenkel, “norm devlet”in tam karşısına “tedbir” veya “önlem” devletini yerleştiriyor. Devlet tek, ama içinde ikili bir yapı var: Norm Devleti ve Tedbir Devleti.

Naziler Almanya’da temel hukuk kurumlarını, toplumsal ilişkilerin sağlıklı yürümesi için ayakta tutmuştu. Mülkiyet hakkına dayalı ticarî ilişkiler başta olmak üzere özel hukuk alanı, Yahudiler hariç korunmuştu. Norm devleti, öngörülebilir ekonomik şartları ve ilişkileri bunun için gerekli temel haklar düzenini sürdürüyordu. Kısaca norm devlet ile kamu düzeni ve temel haklar muhafaza ediliyordu. Tedbir devleti ise, devletin ve doğal olarak iktidarın bekâsına ve güvenliğine odaklanmıştı. Olağanüstü hâl yetkilerini istismar ederek, hukuk denetiminden kaçarak diktatörlük dikta kapasitesini besler. Fırsat buldukça sınırları zorlar. Ama ısrarla devlete ait resmî sıfat kazanmış yetkileri kullanır." (Medyascope, Mümtaz'er Türköne, 27 Eylül 2025 tarihli yazısı)*

 

Şimdi bu kavramı konuşuyorsak elbette bunun üstüne de düşünmemiz gerekiyor.

Peki nedir Norm Devlet? Abdullah Öcalan'a göre devletin görünen yüzü değil tersine pek görünmeyen yüzü aslında devletin özü Norm Devlet. Ancak E. Fraenkel’in ortaya koyduğu anlamda ikili devlet yapısı özellikle de Norm Devlet’in aleyhine olarak son 15 yılda oldukça negatif gelişmeler gösterdi. Artık Norm Devlet’in en temel ilkeleri denebilecek haklar insan hakları, ifade özgürlüğü  vb. sözü bile edilmiyorken modern ulus devletlerin temel yurttaşlık hakları üzerinden atıfta bulundukları; seçme ve seçilme hakkı, özel mülkiyet hakkı, miras hukuku vb. haklar da sadece kağıt üzerinde kaldı. Bu durumda Norm Devlet’in tamamen ortadan kalktığını söylemezsek bile onun geri çekildiğini tedbir devleti yani fiili devlet karşısında etkin olmayan daha çok ideolojik bir pozisyona çekildiğini söylemek mümkün. Bu durumda “Biz Norm Devletle görüşüyoruz, siyasal partilerle işimiz yok” diyen Öcalan ne kadar haklı? Bence Erdoğan’ın uzun süren iktidarının fiziken sonuna yaklaştığı bir siyasal iklimde devletin oligarşik yapısı içindeki fraksiyonlar Erdoğan sonrası için iktidar kavgasına girişmişken yirmi altı yıldır içeride devletin derin kanalları ile istişare halinde pazarlıklar yürüten bir figür olarak Öcalan o fraksiyonlar arası kavgada aslında taraf olan ya da taraf değilmiş gibi görünen bir takım kişi ya da kurumlarla görüş alış verişini ifrata kaçırarak onlar tarafından fazlaca etkilenmiş olamaz mı?  Tam bu noktada Norm Devlet’in hukuksal metinler, gelenekler, kurallar, içtihatlar, tüzük ve yönetmeliklerden oluşan soyut bir kavrama biçimi olduğunu düşünürsek onunla doğrudan görüşmenin pek mümkün olduğunu söylemek abesle iştigal olurdu. Norm Devlet’le görüşmek yerine ona uygun hareket edebilir onu tahkim edebilir, onu kendi stratejinizde ön plana çıkararak bayraklaştırabilirsiniz. Oysa Öcalan onunla doğrudan görüştüğünü söylüyor. Tanrıyla doğrudan görüştüğünü söyleyen birinden daha inandırıcı değil bu durum. Peki ne olmuş olabilir?  Muhtemelen Öcalan çeyrek asırdır ellerinde esir ya da koz olarak tutulduğu o hapishanede devletin güvenlik ve istihbarat örgütlerinin en tepesindeki şahıslarla yıllardır görüşüyor, hatta görüşmekten öte fikri tartışmalara giriyor. Daha önceden açık kaynaklara düşen haber, anı vb. bilgilerden hareket ederek, devletin istihbarat akademilerinden mezun olan, yüksek lisans ya da doktora yapan yetenekli elemanlarının Öcalan’ın sohbetlerini akademik kariyerleri için bulunmaz bir fırsat ya da bir çeşit think thank atölyesi olarak gördüklerini düşünüyorum. Buradan hareketle bu “derin” entelektüel ortamı Öcalan Norm Devlet olarak tanımlamayı seçmiş olabilir. Şimdi biraz indirgemecilikle suçlanmayı göze alarak ben ayrıntıları es geçerek Öcalan ile yıllardır istikrarlı olarak görüşen ve Öcalan’ın ona Norm Devlet dediği yapıya Derin Devletin ta kendisi diyorum. Yani aslında E. Freankel’in kurallar ve içtihatlardan oluşan ve asla doğrudan görüşülebilecek bir temsile sahip olmayan soyut kurumsal Norm Devlet yerine doğrudan (fiziken) temsile sahip olması çok kolay olan ve hiçbir yasanın bağlamadığı tedbir devleti bana göre derin devlet ile görüşüyor Öcalan dersek konu daha anlaşılır olur mu? Olur.  Anlaşılan Öcalan onu daha kavramsal bir ad ile anıyor olması ona Derin Devlet ile görüşüyor olmak yerine Norm Devlet ile görüşüyorum demek daha havalı duruyor ve Öcalan'ın gözünde maraba taşralı devrimciler olmaktan öteye gidemeyen ve onun "Önderliği'ninin derinliğini" asla anlayamayan Apocu Kürt elitlerini teorik kavramlarla rahatça dövmesine imkan tanıması açısından elverişli olmalı.  Hakkını teslim edelim 26 yıllık hapis hayatı (kaldı ki öncesinde de teorik bir birikimi vardı) Öcalan'ın teorik olarak kendisini geliştirmesi, Modernite, Ekoloji, Milliyetçilik Post Marksizm ve M. Bookchin vb. yeni mecralara yelken açmasına vesile olmuş görünüyor. A. Öcalan her okuduğu kitaptan ilham almayı onu kendi beklentilerine uygun biçimde teorize etmeyi seven birisi. Hal böyle olunca günlük rutin işler ve örgütün can yakıcı hayhuyu içinde  yuvarlanıp giden hele hele Bolşevik-Stalinist  bir tedrisattan geçerek oralara gelmiş PKK-KCK yönetici kadrolarının Öcalan'ın arkasından nal toplaması konulara Fransız kalmasına şaşırmamalı. Öcalan da bunu iyi biliyor ve bunu bildiği için de onları  "teorisiyle  döverek" kendine biat ettirme yöntemini sıkça kullanıyor.

Hatta bu sayede öne sürdüğü orijinal tezleri daha iyi anlayanların onu hiç anlayamayanları teorik olarak dövdüğü ve kendinden menkul bir itibar kazandığı anlayamayanların da doğal olarak itibarsızlaştırıldığı bir entelektüel iklim ortaya çıkmaya başladı.

Oysa Öcalan'ı bu coğrafyada biricik kılan şey kendisinin orijinal tezleri ve Türk Sömürgeciliğine karşı silahlı mücadele kalkışmaya cüret etmiş olması ve bunun sonucunda Kürt Halk Önderi payesini kazanmış olması değil. Öcalan Kürdistani halkların uluslaşma sürecinde orta doğuda geniş bir coğrafyada ihtiyaç duydukları kurtarıcı/kurucu  önder imgesine aday olmuş dahası bu imgeyi politik becerileri sayesinde yaratmış yaygınlaştırmış kendi karşıtlarını da ustalıkla tasfiye ederek  neredeyse yarım asır zirvede rakipsiz kalmayı başarmış biridir. Onun teorik olarak böbürlenmelerine fazla aldırmamak gerekir zira bu böbürlenmeler aslında hem onun otoriter ve narsist kişiliğinin tetiklediği duygu atmosferine yine kendi sözleriyle verdiği anlamsal bir karşılıktır hem de karşı tarafı mas etme o alanda söz söyleyemez hale getirme yolunda başvurduğu akıllıca bir stratejidir.  Öcalan "Kürt Halk Önderi" olarak Kürtlerin Türk devletinin kadim ötekisi olmasından kaynaklanan (aslında bence hiç de hak etmediği) bir saygı görmektedir. Irkçı, faşizan ve milliyetçi cenahta 90'lı yıllardan kalan medyatik "bebek katili Öcalan" yaftası aslında aklı selim entelektüel çevrelerde (devletin diline eklemlenmekle suçlanmak korkusu yüzünden) Öcalan'ın eleştirilmesini daha da zor bir hale getirmekteydi. 45 yıllık düşük yoğunluklu bir iç savaş iklimi sonucunda silahların konuştuğu yerde savaşan tarafların gündelik çıkarlarıyla örtüşmeyen eleştirel düşüncelerin dillendirilmesinin zorlukları da hesaba katılırsa adeta objektif ve entelektüel bir bağlamda Öcalan'ın teorik olarak eleştirilemezliği ya da  en azından onun teorik çıkarsamalarına aşırı empatiyle bakma vb. bir gelenek inşa edilmiş oldu. Öyle ki genelde ulusalcı eğilimli olsalar da Ortodoks Marksist kökenli olduğunu bildiğimiz Türkiyeli ve Kürt Marksistler Öcalan; "Ben Marx'ı aştım" dediğinde ayağa kalkmadılar, düşük perdeden mırıldanmalar olmadı değil ama hepsi o kadar. Oysa Marx aşılmaz değildi hatta çoktan da aşılması gerekirdi, ancak bu işin Öcalan'a kaldığını sanmam. Bookchin'den aldığı Ekolojik Toplum, Demokratik Konfederalizm, Ekolojik Belediyecilik vb. tezleri eklektik biçimde kendi kuramsal anlatısı için kullandığını düşünüyorum. Zira ilk baştan bu yana teorik ve siyasal önderliği tartışılmaz olan birinin bugün hem başlangıçta savunduğu düşüncelerin tam zıddı şeyleri savunuyor olması hem de dün, bugün, yarın ve daima haklı olması elbette mümkün değildir. Kaldı ki, Bookchin'in devletsiz özgürleşme kuramları savaşılan devletin derin güçleri ile kapalı kapılar ardında, masa başında diğer bileşenleri devre dışı bırakarak "baş müzakereci" sıfatıyla "Norm Devlet" ile stratejik pazarlıklar yaparak yapılacak bir şey değildir.  Bookchin Devlet ile savaşmadan Devleti doğrudan demokrasi yoluyla yerel çoğunluklar nezdinde etkisiz kılmanın  pratik imkanları üstüne düşünmeye adamıştı  kendini. Düşmanının elinde çeyrek asırdır esir düşmüş olup cam fanusa kapatılmış ve kendine hayran bir adamın söylemlerinde buna dair en küçük bir iz göremiyorum ben kendi adıma.       

Bana kalırsa Öcalan Norm Devlet dediği Derin Devlet'in bir takım fraksiyonları ile Erdoğan sonrası Türkiye konusunda bazı angajmanlara girmiş gibi görünüyor. Bizans'ın dehlizlerindeki müzakere trafiğinden demokrasi, insan hakları, ekolojik iyileşme, adalet, hukuk, eşitlik vb. konularında gelişmeler beklemek en hafifinden fazlaca  iyimserlik olur. Bir yıldır devam eden sürecin adı bile ancak ne şiş yansın ne kebap misali "Terörsüz Türkiye, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi süreci" olarak konabildi. Ancak şu ana kadar ne sürecin ketumluğu giderilebildi, ne Türklüğü esas alan devletin bundan vazgeçtiğine dair bir emare görebildik, ne güvenlikçi otoriter, milliyetçi, muhafazakar, kutuplaşmacı devlet dili nihayete erdi, ne muhalefetin kriminalize edilmesine son verildi, ne hapishanelerdeki siyasi rehinlerle ilgili somut adımlar atıldı ne de geniş kitleler bu sürecin bir şeyleri kalıcı olarak çözmek istediğine ikna edilebildi. Ben öncelikle Türkiyeli Kürtlerin bu sürece nasıl baktıklarına dair cevaplar ortaya koyan anketleri görmek isterdim. Ancak ne yazık ki şu ana kadar bu konuda salt Kürtleri kapsayan bir anket görmedik. Türk milliyetçilerinin çoğunluğunun bu sürece karşı olduğunu zaten biliyoruz bu bakımdan genel örneklemeler üzerinden yapılan anketlerin fazlaca bir fikir vereceğini sanmıyorum. Ancak "Norm Devletin" beklentilerinin aksine bu süreci Öcalan'ın kefaletine karşın Kürt  halkı büyük bir coşku ile karşılamadı. Ortada özellikle yeni kuşaklarda Öcalan'a karşı bir güvensizlik dalgası estiğini bunun da özellikle DEM Parti'ye ve İmralı heyetine tepki olarak yansıdığını düşünüyorum.  

Tüm bunları süreci yakından takip etmeye çalışan biri olarak çok şey bildiğim için söylemiyorum. Eğer bu süreçte taraflar samimi olsalardı öncelikle devlet geçmişten bu yana imha, inkar ve kolonyalist politikalar ile ilgili olarak Kürtlerden özür dilerdi. Bu özürün gerekçesini Türkiye'nin Türklerine birleştirici kapsayıcı bir dille anlatır ortada toplumsal bir barış iklimi doğmasına çalışırdı. Muhalefeti yargı eliyle düzmece soruşturmalarla kriminalize etmez, seçilmişlerin yerine kayyım atanması politikalarına son verir, görevden alınan seçilmiş Belediye Başkanlarının görevlerine dönmesine cevaz verirdi. Hapishaneleri dolduran tüm siyasi tutsaklara genel af çıkarır toplumsal bir barış iklimini desteklerdi. Kürt Meselesinin çözümünün açık tartışmalarla  dile getirilmesini destekler konunun kapalı kapılar ardında değil parlamento, açık medya, akademisyenler vb. önünde yapılmasını destekler tek muhatap olarak Öcalan'ı göstermez tersine meclisi ve taban örgütlerini işin içine katmaya çalışırdı. Son olarak konuyu çözmeye kararlı bir Norm Devlet Türkiye'nin son yıllarda küresel manada yalnızlığına neden olan kara para cenneti , uyuşturucu, yolsuzluk, bahis ve suç şebekelerine yurt olmuş  bu yozlaşmış haline neden olan Erdoğan-Bahçeli (AKP-MHP) iktidarının bu değişimi taşıyamayacağını görerek ortadaki suç ortaklığı ile hesaplaşılmasına ve yumuşak bir biçimde çoğulcu sisteme geçişe destek verirdi. Bu satırlar yazılırken Selahattin Demirtaş ve Kobani tutsakları ile ilgili tahliye beklentisi devem ediyordu ancak şu ana kadar herhangi bir adım atılmadı. İstanbul Esenyurt’un CHP’li Kürt Belediye Başkanı Ahmet Özer 13 ay aradan sonra tahliye edildi ancak görevine geri dönmedi kayyım çöktüğü belediyeyi yönetmeye devam ediyor. Daha önce hapisten çıkan Ahmet Türk Mardin’de “kayyımdan Belediye Başkanlığımı geri almak gibi bir beklentim yok” diyerek yaşlı ve yorgun bir politikacı olarak ömrüne devam ediyor.

Şimdilik bu kadar…