1903 Trakya ayaklanması ve Istranca komünü

Ayaklanmanın 40 büyük çatışmasında 38 isyancı öldü, buna karşılık 314 Türk askeri hayatını kaybetti. Birkaç bin isyancı savaşçıya ek olarak 92 Hristiyan köyden Bulgarlar ve Yunanlılar da katıldı; bu köylerde toplam 17.754 ev bulunuyordu. Komün ve ayaklanma bastırıldığında 66 köyde 2.610 ev yakılmış, 12.880 kişi evsiz kalmış, 2.565 kişi öldürülmüş veya idam edilmiş, 20.000 kişi ise mülteci durumuna düşmüştü.

1903 Trakya ayaklanması ve Istranca komünü
Istranca komün flaması

Yazan: Georgi Haciev

Çeviri: Tuğrul Erkenç

Kısaltılmış (özet) metin: liberter.org

Kaynak: Georgi Khadzhiev, Natsionalnoto Osvobozhdeniye i Bezvlastniyat Federalizum.

Makedonya’da Temmuz 1903’te başlayan Aziz İlyas Günü (İlinden) Ayaklanması devrimci hareketin önemli tarihi olaylarından biridir. Bu önem hem katılımcı sayısı, süre ve örgütlenme düzeyi bakımından hem de Osmanlı ve ötesindeki sonuçları açısından söz konusu. Bu nedenle Makedonya ve Trakya’daki anti-Osmanlı özgürlük mücadelelerinin tarihi dikkat çekici örneklerle dolu.

Ancak 1903 olaylarına yönelik ilgi neredeyse tamamen Aziz İlyas Günü Ayaklanması’na odaklanmıştır. Trakya’daki Preobrajenye (Dönüşüm) Ayaklanması ile Makedonya’daki ayaklanma arasında ayrılmaz bir bağ olduğu sıklıkla göz ardı edilmektedir. O nedenle bu metin daha çok Dönüşüm ayaklanmasını ele alacaktır. Amacımız, anarşistlerin devrimci hareketteki katılımını göstermek ve bunu ayrıntılarıyla incelemektir.

Ana liderliğini anarşist Mihail Gercikov’un üstlendiği Dönüşüm ayaklanması, hareketin bütünü içindeki özgürlükçü ruhun daha kapsamlı ve doğru bir resmini sunmaktadır.

Aziz İlyas Günü Ayaklanması başlayıncaya kadar Gercikov Bulgaristan’daydı. Burada Mihail Dayev’e Varna’ya gidip yeni milisler toplama görevini verdi. Ardından Türkiye’ye geçerek Burgaz ve Vurgari üzerinden Pikinhor dağlarındaki Golyamo Kokorafi köyüne ulaştı ve orada “Öncü Savaş Gövdesi”nin diğer üyeleriyle buluştu. Bu toplantılar, Petrova Niva Kongresi’nin üzerinden yaklaşık bir ay sonra, 28–30 Temmuz tarihlerinde yapıldı. Toplantıda Stamat Ikonomov, Lazar Macarov ve Hristo Silyanov da hazır bulundu. Ayaklanmanın 5-6 Ağustos gecesi, Hristiyanların Preobrajeniye Yortusu gecesinde başlatılmasına karar verildi.

Gercikov anılarında durumu şöyle özetler: “Kongre bize ayaklanmayı yönetme konusunda kesin bir yetki vermemişti; örgüt içinde müdahale etmeden yönetmemiz gerekiyordu. Bu yaklaşımı pratik bulmadık. Benim önerim, her birimizin örgütün ana güç bölgesinin ötesinde bağımsız eylemler üstlenmesiydi ve bu fikir kabul edildi. Genel operasyon planını bireysel komutanların inisiyatifine bıraktık. Onlara geniş özerklik tanındı; tek şart, saldırılarının Osmanlı güçlerini ciddi şekilde ürkütmesi ve gerektiğinde geri çekilirken öncelikle halkın güvenliğini sağlamalarıydı.”

Stratejik hedef dağılımı ise şöyle yapıldı: Macarov, Lozengrad [Kırklareli] ile Malko Tırnova [Kırklareli sancağına bağlı bir kaza] arasında stratejik öneme sahip, Osmanlı askerlerinin konuşlu olduğu Dereköy’ü seçti. Ikonomov, garnizonlu bir Yunan köyü olan Uzunköy’ü,  Gercikov ise iki kışlası bulunan liman kenti ve bölge merkezi Vasiliko’yu seçti.

Operasyonların eş zamanlı ve koordineli başlaması için her komutana aynı marka bir saat verildi. Saldırılar; askerî birlikler ve garnizonlar, gözetleme kuleleri ve nöbet noktaları, karakollar, baskı amaçlı kullanılan başıbozuk birimler, tren ve istasyonlar, tüneller ve köprüler, bankalar, postaneler ve telgraf hatlarını hedef alacaktı. Ayaklanmanın başlangıç işareti olarak İğneada fenerinin büyük bir patlamayla imha edilmesi kararlaştırılmıştı.

Plan, Karadenizden Meriç nehrine kadar uzanan hat boyunca Osmanlı birliklerini meşgul etmek ve geri püskürtmek üzerine kuruluydu.

Yerel komutanlar bu talepler doğrultusunda hangi operasyonları yürüteceklerini ilan ettiler. Bir istişare toplantısında, bölgedeki Türk köyleriyle nasıl ilişki kurulacağı da karara bağlandı. Alınan karar gereği, “muhacir” olarak adlandırılan ayrıcalıklı Osmanlı kolonistlerin köylerinin yakılması yönünde tedbirler önerildi; ancak silahsız olanlara ya da direniş göstermeyen sivil Türklere zarar verilmemesi ilkesi benimsendi. Genel olarak örgüt, hareketin çok-etnik yapısını korumaya ve farklı toplulukların katılımını teşvik etmeye çalıştı. Örneğin Lozengrad (Kırklareli) ile Odrin (Edirne) arasındaki bazı köylerden, Türkçe konuşan Gagavuz Hristiyanlar da devrimci örgüte katıldılar.

Trakya’daki ayaklanma, Vasiliko yakınlarındaki Kitka dağ köyünde ilan edildi. Gercikov, sabotaj birliği ve milisler oradaydı; katılımcı sayısı toplam 120 civarıydı. Herkes komutanlarının etrafında toplandı, ilk talimatları dinledi, konuşmaları coşkuyla alkışladı. Anarşist Mihail Gercikov şöyle diyordu: “Sonunda beklediğimiz saat geldi. Beş yüz yıldır beklediğimiz, gece gündüz çalıştığımız an geldi. Silahlandık, Balkanları dolaştık, zindanları doldurduk. Şimdi eyleme geçme zamanı. Bu gece, kan ve acı içindeki kardeşlerimiz -nerede olurlarsa olsunlar- düşmanlarımıza karşı güçlerini gösterecekler. Osmanlı güçlerinin konuşlu olduğu her yerde onları ezmek için harekete geçeceğiz. Bu gece korkunç işler olacak: kan akacak, başlar düşecek, köyler ve kasabalar yanacak. Artık ezilen kâfir teba değiliz. Müslüman yasalarına, vezirlere ve orduya saygı göstermeyeceğiz; vergi ve haraç ödemeyeceğiz. Artık yasaları biz koyacağız, hakimleri biz seçeceğiz, ordunun denetimini biz sağlayacağız. Her Türk, geleneksel selam yerine bıçak ve kurşunla karşılanacak”

6 Ağustos 1903 gecesi milisler Vasiliko’ya doğru harekete geçti. Yirmi isyancı önce kamu binalarına yönelirken, başka bir grup Türk mahallesine doğru ilerledi. Beş-altı isyancı kasabanın eski ve yeni bölümleri arasındaki yola yerleşti; yalnızca baltayla donanmış bazı isyancılar ise telgraf hatlarını kesmekle görevlendirildi. Gercikov’u izleyen kırk isyancı -aralarında Varnaliyev ve Karcho da vardı- iki Osmanlı garnizonuna doğru ilerledi; bu garnizonlarda sırasıyla yaklaşık 500 ve 300 asker bulunuyordu. Bu kırk kişiden yalnızca on beşi gerçekten milis örgüt üyesiydi; geri kalanlar az eğitimli veya eğitimsiz köylülerdi.

İsyancılar hedeflerine fark edilmeden ulaştı. Her biri iki-üç el bombası taşıyordu ve bunlar kullanılmaya hazır hale getirildi. Planlandığı üzere Burgaz’dan tesadüfen milise katılmış bir Rus, ilk bombayı attı ve bu patlama diğer isyancıların bombaları fırlatması için işaret oldu.

O sırada Istranca hattı spot ışıklarıyla aydınlandı -olağanüstü bir tesadüftü- çünkü bir Rus donanma filosu İğneada limanı önünde demirlemişti. İki gün önce Bitola’daki Rus konsolos Rostovtsev’in öldürülmesine karşı güç gösterisi amacıyla kıyıya yaklaşılmıştı; suikast hikâyelerinin çeşitli versiyonları olmasına rağmen, bu gelişme isyancılara cesaret verdi.

Vasiliko’ya yönelik saldırı başarılı oldu. Osmanlı askerleri ve birçok sivil kasabayı terk ederek teknelere doluştular; buna karşın Silyanov’un birliği birkaç üst düzey Osmanlı subay ve yetkilisini ele geçirdi: Deniz Subayı Mehmed Ali, Posta Müdürü Arif, liman yetkilisi Hamid ve Başpolis memuru Teğmen Haydar. Gercikov onları onur ve şefkatle karşıladı ve ayaklanmanın gerekçesini şöyle açıkladı:

“Sultan rejimi, imparatorluğun tüm tebaası için yıkıcıdır; yarattığı güvensizlik hem Hristiyan nüfusu hem de barış isteyen, emeğiyle geçinmeye çalışan Müslümanları eşit şekilde baskılamaktadır.”

Gercikov, yetkililerden el konulan eşyaları geri verdi ve onlara iki seçenek sundu: derhal serbest bırakılmak ya da Bulgaristan’a götürülmek. Üst düzey tutuklular bu cömert yaklaşımdan etkilendi; teşekkür ederek Bulgaristan’a gitmeyi tercih ettiler.

 

Istranca komünü

Milis operasyonları ve sabotaj eylemleriyle desteklenen bu başarılı kitlesel ayaklanma, Doğu Trakya’nın büyük bir kısmının isyancıların eline geçmesini sağladı. Istranca bölgesinde, halk yaklaşık üç hafta boyunca özgürlüklerini kutladı. Eşitlik, özgürlük ve dayanışma ilkelerine dayanan yeni bir komünal sistem kuruldu. Tüm toplumsal meseleler, karşılıklı anlaşma ruhu içinde çözümleniyordu. Bulgarlar ile Yunanlar arasındaki tarihî anlaşmazlıklar geri plana atıldı; herkes birlikte vergi defterlerini yaktı.

Istranca komünü, herhangi bir devlet otoritesinin bulunmadığı bir ortamda, yalnızca halk iradesine dayanarak bir ay kadar varlığını sürdürdü. Bu sistem, siyasi bir rejimden ziyade bir ekonomik-toplumsal model olarak ortaya çıkmıştı. O dönemde harekete katılan anarşistlerin prestiji ve etkisi büyüktü; fakat sayıları azdı ve doğrudan anarşist propaganda yapmıyorlardı. Burada özellikle vurgulanması gereken, Gercikov’un yaklaşımı ile harekete katılan Cenevre Kongresi üyelerinin yaklaşımı arasındaki farktır.

Mercanov, Mancukov, Sokolov ve “denizciler” aktif olarak anarşist gruplarda yer alıyor, kendilerini IMRO [İç Makedonya Devrimci Örgüt]’dan bağımsız kabul ediyorlardı. Kilifarski, Nunkov ve Deçev de bu bağımsız anarşist faaliyetleri destekleyen figürlerdi. Öte yandan, hayatının sonuna kadar anarşist kalmış olan Mihail Gercikov, daha geniş bir özgürlük hareketiyle tam anlamıyla bütünleşmişti ve herhangi bir partizan gruba dâhil olmamıştı. Benzer şekilde, IMRO'ya katılan diğer tüm anarşistler de liderlik veya sorumluluk pozisyonlarındaydı ve örgütün kararlarını uyguluyordu.

Bugüne kadar birçok yazarın “cumhuriyet”veya “mini-devlet” olarak tanımladığı Istranca komünü üzerine kapsamlı bir akademik çalışma yapılmamıştır. Ancak araştırmacılar ve ilgilenen okurlar, Preobrajenye (Dönüşüm) Ayaklanması’na katılmış kişilerin anılarında Komün’e dair oldukça fazla bilgi bulabilirler.

Bu ayaklanmanın özgürlükçü karakteri, kullanılan terimlerde dahi kendisini gösterir. Örneğin, Makedonya’da anarşistlerin etkisi belirli ölçülerde hissedilse de, ayaklanmanın liderlik organı “Genel kurmay” olarak adlandırılmıştır. Oysa, Dönüşüm Ayaklanması’nda benzer yapı, “Öncü Muharebe Organı” olarak tanımlanmıştır. Bu terim, söz konusu yapının yalnızca geçici bir askeri koordinasyon organı olduğunu ve ayaklanma süresince görev yaptığını açıkça ortaya koyar. Bu, merkezi bir askeri komutayı değil, yerel ve kolektif bir koordinasyonu temsil eder.

Gercikov’un Bitola’daki lise yıllarından öğrencisi, daha sonra arkadaşı ve hayranı olan Silyanov, bu konuda şöyle der: “Buna genel kurmay adını vermemeye karar verdiler; hem alçakgönüllülük nedeniyle, hem de militarist bir çağrışım yapmaması için.”
Silyanov’un bilindiği kadarıyla hiçbir zaman anarşist olmadığı da not edilmelidir.

Dönüşüm  Ayaklanması sırasında "devlet gücü" meselesi hiçbir şekilde gündeme gelmedi. Herhangi bir kararname çıkarılmadı. Kurtarılan köylerin halkı, ne “belediye başkanı” ne de “cumhurbaşkanı” seçti. Bunun yerine, kendi içlerinden komisyonlar seçtiler. Bu komisyonlar “yönetmek” için değil, yalnızca idare etmek için görev yapıyordu. Yeni bir otorite kurma fikri asla tartışılmadı. Tek vurgulanan şey, komisyonların isyancı güçlerin kontrolü altında ve halkla iş birliği içinde çalışacağıydı. Bu doğal olduğu kadar zorunluydu da; çünkü artık belirleyici güç silahlı halkın elindeydi ve kendi kaderleri üzerindeki kontrol tamamen onlara geçmişti.

Istranca Komünü’nün ekonomik sistemi söz konusu olduğunda, bu sistem yalnızca özgürlükçü komünizm olarak tanımlanabilir. Silyanov’a göre, komünizm ekonomik bir sistem olarak ayaklanma öncesi hazırlıklar sırasında zaten yerleşmişti: “Köylüler fikri çok çekici buldu ve hızla benimsediler. Sadece bir yıl içinde dört köy olağanüstü bir şekilde komünal çizgide organize edildi. Gençler silah talimi yaptı ve mücadele için aktif olarak eğitim gördü, silahsız köylüler ise artık kimsenin mülkiyetinde olmayan, tüm köye ait tarla ve hayvanlarla ilgileniyordu. Her gün tarlalardan hasat getirdiler, önceki mülkiyet ilişkilerini dikkate almadan. Ürünler işlendikten sonra depolara kondu ve depolardan ihtiyacı olan köylülere ve isyancı savaşçılara belirli paylar dağıtıldı. Elbette yoksullar, yani nüfusun çoğunluğu, bu düzenden kaybedecek bir şey görmedi. Tam tersine, önceden çok küçük toprak parçaları veya birkaç hayvanları tefeci tarafından alınabiliyordu; şimdi ise kendilerini çok daha iyi hissediyorlardı. Evet, ayaklanma arifesinde Malko Tırnova bölgesi gerçekten bir komündü…”

Gercikov, ayaklanmanın ilk başarılarını kısa bir şekilde tanımlarken şöyle yazar: “Kendi kurumlarımızı kurmaya başladık. Halk sevinç içindeydi, köylerde insanlar dans ediyor ve şenlikler düzenliyordu. Artık ‘bu benim, şu senin’ yoktu. Kongre öncesi ve sonrası, tepelerde ve ormanlarda depolar kurmuştuk: tüm hasat oraya un ve tahıl olarak konuldu. Hayvanlar da ortak mülkiyete geçti. Etnik Yunan halkına, bölgeleri ele geçirirken Bulgar imparatorluğunu yeniden kurmak için değil, yalnızca insan hakları için savaştığımızı açıkladık; Yunan oldukları için onlara da fayda sağlayacağını anlattık ve bizi ahlaki ve maddi olarak desteklemelerini istedik.”

Ayaklanmaya katılan birçok kişi, komünist ilkelerin uygulanmasına dair özel bir örnek verir. Gercikov da bunu şöyle anlatır: “Ahtopol’da işlettiğimiz bir depoda 200 ton tuz vardı. Köylerin tuz ihtiyacı için Angelov’a, tuz deposunun devlet mülkiyetinden çıkarılmasını ve köylülere dağıtılmasını ilettim -emretmek yerine sadece ilettim.”

Petko Zidarov, Petur Angelov’un yardımcısı ekler: “Kasabalardaki her aileye dört ölçü tuz, köylülere ise köy başına 10-15 araba dolusu tuz dağıttık.”

Bu özgür komünizm rejimi, ayaklanmanın ilk gününde kuruldu ve 21 Ağustos 1903’e kadar bazı yerlerde ay sonuna kadar devam etti; sonunda 40.000 kişilik piyade, süvari ve topçu birliklerinden oluşan Osmanlı ordusu tarafından askeri olarak bastırıldı.

Olayların asıl dönüm noktası 25 Ağustos’ta yaşandı. Türk karşı taarruzu metodik, yavaş ve dikkatli bir şekilde, isyancıların kontrolündeki tüm alanı kuşatmak amacıyla çevreleyici hareketlerle gerçekleştirildi. İsyancılar çatışmaya girmeye çalıştığında, Türk birlikleri savaşmaktan kaçınıp geri çekiliyordu. Ancak saldırıya geçtiklerinde ölüm ve dehşet saçtılar.

Gercikov’un doğrudan komutasındaki isyancı güçler, Türk ordusuna her fırsatta saldırarak karşı taarruzu mümkün olduğunca geciktirmeye ve böylece halkın geri çekilmesine yardımcı olmaya çalıştı. Gercikov şöyle açıklıyor: “Her taraftan ne yapmam gerektiği soruldu; ben de mümkün olduğunca direniş gösterilmesini söyledim. Ancak düşman kuvvetleri baskın göründüğünde, halkı katliamdan kurtarmak için her türlü önlemin alınması gerektiğini ekledim.”

Köyler boşaltıldı. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar, nüfusun tamamı evlerini terk etti; taşıyabildikleri eşyalarını yanlarına alıp hayvanları da arkalarından sürükleyerek Bulgaristan’a doğru ilerlediler; oradan askeri yardım umuyorlardı. Ama bu umutları boşunaydı.

Dönüşüm ayaklanmasının 40 büyük çatışmasında 38 isyancı öldü, buna karşılık 314 Türk askeri hayatını kaybetti. 2.000-4.000 isyancı savaşçıya ek olarak, 92 Hristiyan köyden Bulgarlar ve Yunanlılar da katıldı; bu köylerde toplam 17.754 ev bulunuyordu. Ayaklanma bastırıldığında 66 köyde 2.610 ev yakılmış, 12.880 kişi evsiz kalmış, 2.565 kişi öldürülmüş veya idam edilmiş, 20.000 kişi ise mülteci durumuna düşmüştü.

Ayaklanmanın sonuçları

Halkın kitlesel katılımına rağmen, askerî açıdan belirleyici rolü isyancı milisler oynadı. Ancak bu, zaferi garantileyemedi. Harekete katılanların çoğu hiç askeri eğitim almamıştı, askeri açıdan kararlı değildi ve ayrıca yetersiz silahlanmıştı.

Kısa süreliğine de olsa, iyi silahlanmış ve sayıca üstün bir düşmana karşı önemli başarılar elde edildi. Bu başarı, üstün silahların değil; isyancıların coşkusu, hızlı hareket kabiliyetleri ve Türk askerleri üzerinde yarattıkları korkunun bir sonucuydu.

Öte yandan, bilgi akışı yetersizdi. Her iki taraf da karşı tarafın gücünü doğru şekilde değerlendiremiyordu. Hem abartılı hem de eksik tahminler yapılıyordu. Örneğin, ayaklanma başladığında Malko Tırnova’daki Türk birliklerinin zayıf olduğu bilinseydi, isyancılar bu kasabayı birkaç gün içinde ele geçirebilirdi.

İsyancı liderlerin örgütsel becerileri ve yüksek savaş morali, hareketin gücünü artırdı. Ancak isyancıların çoğu askerî eğitim açısından yetersizdi. Türk düzenli ordusu ise iyi eğitimli ve donanımlıydı; fakat mükemmel olduğu söylenemezdi.

Öncü Muharebe Organı, yerel düzeyde halk inisiyatifine imkân tanıyan bir yapıya sahipti. Ancak bu yapı, gereken düzeyde liderlik ve yönlendirme sergileyemedi. Özellikle üyelerden İkonomov ve Macarov, cesur ve adanmış olmalarına rağmen, pratik inisiyatif konusunda Gercikov'un gerisinde kaldılar. Bu muhtemelen devrim anlayışlarındaki farklılıklardan kaynaklanıyordu.

Makedonya ve Trakya’daki ayaklanma yaklaşık iki ay sürdü. Ancak “eşitlik ve özgürlük için verilen bu orantısız mücadele” yenilgiyle sonuçlandı. Ayaklanan halk, hem ulusal hem de toplumsal özgürlük arzularını açıkça ortaya koydu. Aynı zamanda, komünal bir ruhla sosyo-ekonomik yapıyı yeniden inşa etme düşüncesi doğdu. Halk yalnızca cesaretini değil, aynı zamanda demokratik halk kurumlarını kurma iradesini ve yeteneğini de gösterdi. Ancak bu deneyim, kanla bastırıldı. Osmanlı'nın uyguladığı baskı sonucu binlerce insan hayatını kaybetti; sayısız köy yakıldı, yüz binlerce kişi işkenceye uğradı, evsiz kaldı. Maddi kayıplar çok büyüktü.

Buna rağmen, tüm Bulgar halkı ayaklandı. Şehirlerde ve köylerde kitlesel toplantılar, mitingler ve protesto yürüyüşleri düzenlenerek, Osmanlı idaresi altındaki Bulgar kardeşlerine destek verildi. Özgürlük hareketi bu ağır baskılara karşı kampanyalar başlattı. 9 Eylül’de, Gruyev, Sarafov ve Lozançev’in hazırladığı rapora yanıt olarak, Bulgar hükümeti “Büyük Güçler”e bir nota göndererek, Makedonya ve Trakya’da Osmanlı’nın uyguladığı baskı ve zulmü sert biçimde kınadı. Ancak, Balkanlar’da bir savaş çıkmasından endişe ettiği için ciddi bir siyasi adım atmadı. Büyük Güçler ise gelişmeleri yalnızca izlemekle yetindi. Çünkü her biri, bölgedeki kendi nüfuz alanını korumaya öncelik veriyordu.

3 Ekim 1903’te kabul edilen Mürzsteg Reformları ile Rusya ve Avusturya, Osmanlı jandarmasının yabancı subayların desteğiyle yeniden düzenlenmesini önerdi. Ayrıca belirli sayıda Hristiyan polis memurunun da sisteme dahil edilmesi planlandı. Bu reformlarla birlikte Osmanlı hükümeti: Başıbozuk birliklerini dağıtmayı; yakılan köyleri onarmayı taahhüt etti.

Ancak Avrupa'nın bu pasif yaklaşımı, Osmanlı’ya ayaklanmayı bastırmak ve sert politikalarını sürdürmek için serbest bir zemin sundu. Elbette Avrupa’da Makedonya ve Trakya halkının yaşadığı acılara duyarlı bazı gruplar da vardı; fakat etkileri sınırlı kaldı.

Sosyal-demokratların tavrı

Bir diğer önemli konu ise, sosyal-demokratların [sosyalistlerin] Makedonya ve Trakya’daki devrimci özgürlük hareketine yaklaşımıdır. Mihail Gercikov ölümünden kısa süre önce, Mart 1947’de bu konuda şunları söyler: “En iyi ihtimalle kayıtsız, en kötü ihtimalle tamamen olumsuz bir tutum sergilediler.” 

O dönem sosyal-demokrat hareketin devrimci mücadeleye yaklaşımı, en hafif tabirle soğuktu.

Gercikov, Bulgar sosyalizminin kurucularından Dimitır Blagoyev üzerinden bir örnek verir. Blagoyev o sırada Filibe’de yaşamaktadır ve Gercikov’un eski bir dostudur. Makedonya’daki baskıların artmasının ardından Gercikov, Blagoyev’le görüşür ve ona şu soruyu yöneltir: “Sen de bir Makedon’sun. Makedonya’daki bunca baskıya nasıl kayıtsız kalabiliyorsun? Neden bir protesto toplantısı düzenlemiyoruz? İkimiz de konuşabiliriz: sen sosyalist olarak, ben de anarşist olarak.”

Blagoyev, bu öneriyi memnuniyetle kabul eder. Zamanın şartlarına göre oldukça önemli olan bu toplantı basında da olumlu yankı bulur. Toplantıya 1.000’den fazla kişi katılır ve büyük ilgi uyandırır. Ertesi gün yeniden buluştuklarında Blagoyev, Gercikov’a şu sözlerle sitem eder: “Miko, Makedonya için düzenlediğimiz protesto başıma büyük işler açtı! Bugün Georgi Kirkov beni aradı ve fena hâlde azarladı. ‘Neden böyle işlerin içine giriyorsun?’ dedi. Bizim mücadelemiz sınıf mücadelesidir. Makedonların ulusal kurtuluşu bizi ilgilendirmez. Sosyal devrim gerçekleştiğinde bu meseleler zaten kendiliğinden çözülecektir.”

Bu örneğin ardından Gercikov, Sarafov’la birlikte çıktığı Avrupa yolculuğunu anlatmaya devam eder: “Bizim görevimiz yalnızca maddi yardım aramak değildi. Oysa Sarafov’un niyeti yalnızca buydu, bunu anlamıştım. Öyleyse neden bu kadar çok toplantı düzenleniyor, neden Sırp Kralı’nın yakınları, çeşitli kontlar, saray mensupları ve açık ya da gizli düşmanlarla görüşmeler yapılıyor?”

Gercikov’a göre esas amaç, Batı kamuoyunu harekete geçirmek, önde gelen siyasetçilerle temas kurarak, Makedonya’da terör altında yaşayan halka moral destek sağlamak olmalıydı.

Bu doğrultuda bazı önemli temaslar da gerçekleşti. Paris’te Jean Jaurès ile görüştüler. Jaurès onları büyük bir naziklikle karşıladı ve her türlü desteği sağlayacağını belirtti. Veda ederken de şu sözleri ekledi: “Arkadaşım Sakuzov’a selam söyleyin. Ayrıca, Bulgar sosyal-demokratlarının bu büyük halk hareketine kayıtsız kalmalarını anlayamadığımı da kendisine iletin.”

Anarşistlerin tutumu

Gercikov, sosyal-demokratların bu kayıtsız tutumu üzerine anılarında konuyu bir süreliğine değiştirir ve anarşistlerin tavrını şöyle özetler: “Biz anarşistler fazla ahlaki kaygı taşıyoruz. Başkalarının tutumundan tiksindiğimizde, eleştirerek durumu düzeltmeye çalışmak yerine, sessizce eşyalarımızı toplar, kapıyı çarpıp çıkarız. Hâlâ kendi kendime sorarım: O zaman gerçekten doğru mu yaptım, yoksa hata mı ettim?”

Bu iç muhasebenin ardından Gercikov, Sarafov’la birlikte çıktığı Avrupa yolculuğunu anlatmaya devam eder. Londra’da kaldığı otele akşam bir Japon diplomat gelir. Başta onu gazeteci sanan Gercikov, kısa bir selamlaşmadan sonra onun Japon hükümeti adına geldiğini anlar. Diplomat; “Yükselen Güneş Ülkesi, yani Japonya hükümeti, bu adil davayı derinden desteklemektedir. Makedonya halkının mücadelesine Japon halkı adına sempatiyle yaklaşıyoruz. Silahlar, sizin belirleyeceğiniz bir limana gönderilecektir.”

Ayrıca diplomat, mali yardım da teklif eder: Görüşmede 100.000 İngiliz Sterlini tutarında bir bağışın da hazır olduğu ifade edilir. Bu sırada Gercikov, görüşmede tamamen yalnızdır. Diplomatın jestine karşılık nezaketle teşekkür eder, ama teklifi geri çevirir. Önce örgütüyle ve o sırada yanında olmayan yoldaşıyla görüşmesi gerektiğini söyler. Japon diplomat bu “asil jestin” geri çevrilmesine hayret eder. Gercikov ise ona şu soruyu yöneltir: “Hangi yüksek çıkarlar veya yüksek motivasyonlar çok uzak bir ülkeyi, halkımın özgürlük mücadelesine böylesine ‘nazik’ bir destek vermeye yöneltebilir?”

Gercikov, konuşmasında özellikle “devrim” ve “özgürlük” kelimelerinin altını çizer. Japon diplomat, Makedonlara olan sempatisini yeniden ifade eder ve örgütün diğer temsilcisinin de onay verdiğini söyler. Gercikov bu noktada gülümser: “Japonlar ne kadar cömert! Oysa Sarafov, İngilizlerden en küçük bir iyi niyet bile görebilmek için uğraştı durdu. İngilizler, Makedonya kurtarıldıktan sonra Ohri Gölü’nde balık tutma hakkı verileceği garantisiyle ancak destek vermeye razı oldular.”

Gercikov, bu görüşmenin ardından uzun uzun düşünmeye başlar. Kendi ifadesiyle: “Yalnızdım. Avrupa gezisi boyunca hep düşündüm: Neden bizim davamız, halkı üzerinde yarı tanrı gibi görünen ve tıpkı Osmanlı gibi halkını baskı altında tutan bir monarşiye sahip Japonya’nın ilgisini çekmişti?”

Bir yıl sonra, 1904-1905 Rus-Japon savaşı patlak verdiğinde, Japonya’nın gerçek niyeti anlaşılır. Japonya, Balkanlar’daki çatışmaları körükleyerek Rusya’yı savaşa çekip orada oyalamak ve böylece kendi yayılma planlarını kolaylaştırmak istemekteydi.

“Her devlet, kendi emperyal çıkarlarını gözetir. Kan, acı ve insanların yıkılmış hayatları karşısında kayıtsız kalır. …Biz, vicdanî kaygıları olan insanlarız. Saflık derecesinde dürüstüz. Anarşistler olarak böyleyiz. Ama bu, bizi güç hırsı taşıyanların karşısında zayıf bırakıyor.”

Bulgar anarşistlerinin Makedonya ve Trakya’daki ulusal kurtuluş mücadelelerine verdikleri destek, bu bağlamda önemli bir ders barındırır. Onlar bu mücadeleyi, halk hareketiyle yakından ilişkilendirmiş ve büyük fedakârlıklar yaparak katkı sunmuşlardır.

Ve bir son söz

Mihail Gercikov anlatımını burada bitirir. Anlatılanlar havada asılı kalır. Onu dinleyen kişi şöyle der: “Evet Miko, doğru yaptınız” diyemedim. Çünkü gerçek şu ki, güce tapan insanların entrikaları, bizim sınırsız dürüstlüğümüzden daha güçlüydü. Kaderimiz kendimizi feda etmekti, geleceğe tohum olmaktı. Ve bu tohumlar, bir gün yeşerecek. Bunu kimse engelleyemez.

Bu anılar yazıldıktan yaklaşık bir ay sonra, 18 Mart 1947’de Gercikov hayatını kaybetti. Bu tarih, Paris Komünü’nün yıldönümüdür. Hayatı boyunca inandığı mücadeleyle özdeşleşen bir tarihte hayata veda etti.