Felsefi anarşizm -V-

Tahakküm, bir bireyin veya grubun, başka bir birey veya grup üzerinde, onların iradesi dışında, zorlayıcı bir denetim kurma yetisidir. Bu, hiyerarşik bir ilişkidir ve doğası gereği bir sıfır toplamlı oyuna benzer: Bir tarafın iktidarı arttıkça, diğer tarafın özerkliği ve gücü azalır. Devletin yasa dayatma gücü, patronun işçiyi işten atma gücü, ataerkil bir ailedeki erkeğin kadın üzerindeki kontrolü bu tür bir iktidara örnektir. Anarşizmin yok etmeyi hedeflediği şey, tam olarak bu türden kurumsallaşmış, hiyerarşik ve zorba iktidardır.

Felsefi anarşizm -V-
Görsel: Favianna Rodriguez

12. Anarşizme karşı geliştirilen, bir önceki maddelerde de biraz işlenen bir meseleye dayanan, bir başka eleştiri de, anarşistlerin "iktidar" kavramını göz ardı ettikleri ve iktidarsız bir dünyanın olamayacağı gerçeğini kavrayamadıkları iddiasıdır. Bu eleştiriye göre, her toplumsal ilişkide, her etkileşimde bir güç dinamiği vardır ve iktidarı tamamen ortadan kaldırma iddiası, insan ve toplum gerçekliğinden kopuk bir ütopyadır. Bu eleştiri, belki de en yaygın ve en temelde bir kavramsal yanlış anlaşılmaya dayanır. İddianın aksine, anarşizm iktidar kavramını göz ardı etmez, tam tersine, tüm felsefesini iktidarın en derinlikli ve kapsamlı analizi üzerine kurar. Eleştirinin hatası, iktidar veya güç kelimesinin tüm farklı anlamlarını tek ve değişmez bir potada eritmesidir. Anarşizm, bu kavramı ayrıştırarak analiz eder ve temel olarak iki farklı iktidar biçimini birbirinden ayırır; tahakküm/iktidar - güç/kapasite.

Tahakküm, bir bireyin veya grubun, başka bir birey veya grup üzerinde, onların iradesi dışında, zorlayıcı bir denetim kurma yetisidir. Bu, hiyerarşik bir ilişkidir ve doğası gereği bir sıfır toplamlı oyuna benzer: Bir tarafın iktidarı arttıkça, diğer tarafın özerkliği ve gücü azalır. Devletin yasa dayatma gücü, patronun işçiyi işten atma gücü, ataerkil bir ailedeki erkeğin kadın üzerindeki kontrolü bu tür bir iktidara örnektir. Anarşizmin yok etmeyi hedeflediği şey, tam olarak bu türden kurumsallaşmış, hiyerarşik ve zorba iktidardır.

Güç veya kapasite ise, bir bireyin veya grubun, hedeflerini gerçekleştirme, eylemde bulunma, yaratma ve hayatını şekillendirme yeteneğidir. Bu, bir tahakküm ilişkisi değil, bir yeterlilik ve fail olma durumudur. Bir müzik aleti çalabilme gücü, bir ev inşa etme gücü, bir hastalığı iyileştirme gücü, bir topluluğun kendi sorunlarını çözmek için örgütlenme gücü bu kategoriye girer. Anarşizm, bu tür bir gücü yok etmeyi değil, tam tersine, herkes için en üst düzeye çıkarmayı hedefler. Bu temel ayrım ışığında, anarşist proje daha net hale gelir: Amaç, tüm güç biçimlerini ortadan kaldırmak değil, tahakküm ilişkilerini tasfiye ederek, her bireyin ve topluluğun kendi potansiyelini gerçekleştirme gücünü özgürleştirmektir. Aslında bu iki güç biçimi birbiriyle çelişir. Devletin ve kapitalizmin kurumsallaştırdığı tahakküm yapıları, sıradan insanların kendi hayatları üzerinde karar verme ve eyleme geçme kapasitesini sistematik olarak azaltır veya yok eder.

Peki ya Michel Foucault gibi düşünürlerin işaret ettiği, toplumun kılcal damarlarına yayılan, her ilişkide (doktor-hasta, öğretmen-öğrenci, arkadaş-arkadaş) var olan daha incelikli güç dinamiklerine ne demeli? Anarşizm, bu kaçınılmaz güç ve etki dinamikleri ile kurumsallaşmış, sistematik ve zorunlu hiyerarşileri birbirinden ayırır. Bir toplulukta bilgisi veya deneyimi nedeniyle saygı duyulan bir kişinin tavsiyelerinin diğerlerinden daha etkili olması doğaldır. Bu bir etkidir. Ancak bu kişinin, tavsiyesine uymayanları cezalandırma, hapsetme veya kaynaklarından mahrum etme hakkına sahip olması tahakkümdür. Anarşizm birincisini meşru bir toplumsal dinamik olarak görürken, ikincisini gayrimeşru bir zorbalık olarak tanımlar ve ona karşı mücadele eder. Anarşist bir toplumda, etki sahibi olmanın yolu, zor kullanmak veya bir makamı işgal etmek değil, topluluğun güvenini ve saygısını kazanmaktır. Bu etki, her zaman geçicidir, sorgulanabilir ve asla zorla dayatılamaz.

13. Anarşizme yöneltilen bir başka yaygın eleştiri ise Marksistlerden gelmektedir. Marksistler, anarşistleri, "araçlar ve amaçlar aynı doğrultuda olmalı" anlayışı yüzünden "ahlakçı" olmakla suçlarlar. Aynı zamanda, tüm tahakkümün altyapısının "iktisadi" olduğunu iddia ederler, buna kanıt olarak da devlet ve hiyerarşinin doğuşunun tarım devrimi sonrası artı ürüne el koyma yoluyla gerçekleşmesini gösterirler. Marksistlerin en baskın kanadı olan Leninistler (Bolşevikler) anarşizmi devleti her halükarda reddetmesi, adem-i merkeziyetçiliği ve doğrudan demokrasiyi savunması dolayısıyla materyalist bir tarih okumasından habersiz olmakla suçlarlar. Oysa anarşist ilke, ahlaki bir duruştan çok, derin bir stratejik, mantıksal ve materyalist analize dayanır. Anarşistler, kullanılan araçların, ulaşılmak istenen amacı kaçınılmaz olarak şekillendireceğini ve hatta dönüştüreceğini savunur. Bu ilkeye "prefigüratif politika" denir. Yani, kurmak istediğin gelecekteki toplumu, bugünkü örgütlenme biçimlerinle ve eylemlerinle bugünden inşa etmeye başlamak. İnsanlık tarihi bizlere, anarşistlerin anti-Leninist/Bolşevik tutumunun haklı olduğuna dair bir çok emare göstermektedir.

Özgür ve eşit bir komünist toplum yaratma amacıyla yola çıkan Bolşevikler, bu amaca ulaşmak için merkeziyetçi ve bürokratik bir öncü partiyi, siyasi muhalefeti ezen bir gizli polisi (Çeka) ve tepeden inmeci bir devlet aygıtını araç olarak kullandılar. Sonuç ne oldu? Amaçlanan komünist toplum yerine, bu otoriter araçların kendi mantığıyla şekillenen yeni bir tahakküm biçimi ortaya çıktı: Parti bürokrasisinin yönettiği, milyonlarca insanı gulaglara gönderen, her türlü muhalif sesi susturan totaliter bir devlet kapitalizmi. Araçlar, amacı yok etti ve kendi suretinde yeni bir canavar yarattı. Mihail Bakunin'in, Karl Marx'ın işçi devleti fikrinin, işçileri yöneten yeni bir kızıl bürokrasi yaratacağı yönündeki kehaneti, insanlık tarihi tarafından son derece trajik bir biçimde doğrulanmıştır. Dolayısıyla, anarşistlerin araç-amaç tutarlılığındaki ısrarı, kirlenmeme gibi ahlaki bir kaygıdan değil, otoriter araçların kaçınılmaz olarak otoriter sonuçlar doğuracağı yönündeki materyalist tespitten kaynaklanır. Asıl naiflik ve idealizm, insanlık tarihinin en büyük baskı aygıtı olan devleti ele geçirip, onun bir gün sönümlenerek özgürlüğe yol açacağına inanmaktır. Geniş anlamda Marksizm'in (sadece Leninizm değil) bir iddiası da, insan toplumunda var olan tüm tahakküm biçimlerinin kökeninin ve devamlılığının eninde sonunda özel mülkiyet ve sınıflı toplum yapısından kaynaklandığıdır. Bu analiz, Marksizm'deki "altyapı" ve "üstyapı" kavramlarıyla yakından ilişkilidir. Marksizm'e göre altyapı, iktisadı yapı ve temelden oluşurken, üstyapı ise, devlet, hukuk, siyaset, din, eğitim, ahlak, medya, kültür-sanat ve ideolojiler gibi kurum ve fikirler bütünüdür. Marksizm'e göre son kertede belirleyici olan altyapıdır, yani bir toplumun siyaset, hukuk, kültür dünyası onun ekonomik temelince şekillenir. Anarşizm bu analizi bir derece hakikat payı içermesi açısından takdir eder, evet, gerçekten de Marksizm'in altyapı dediği şey üstyapı olarak adlandırdığı kurumlar ve örgütlenmeler biçimini etkiler, fakat bu analizin aynı zamanda tehlikeli bir indirgemecilik içerdiğini de söyler. Bu noktada anarşizmin temel itirazı, tüm bu tahakküm biçimlerinin tek bir kökene indirgenmesine ve aralarında hiyerarşik bir nedensellik kurulmasınadır.

Anarşistler, ekonomik temel-üstyapı modeli yerine, birbiriyle kesişen ve birbirini karşılıklı olarak oluşturan bir tahakküm ağından bahsederler. En basitinden Marksistler'in devlet analizi, anarşist bir perspektiften ele alındığında, çok eksik görünmektedir. Marksistler devleti, egemen sınıfın kendi iktidarını korumak ve diğer sınıfları bastırmak için kullanılan bir zor aygıtı olarak görürler. Bu kısmen doğrudur fakat eksiktir. Devlet, yalnızca egemen sınıfın pasif bir kuklası değildir. Devletin kendi çıkarları, kendi bürokratik mantığı ve kendi iktidarını sürdürme içgüdüsü vardır. Tarihte devlet aygıtını kontrol eden siyasi sınıfın, egemen sınıfla çatıştığı veya onlardan bağımsız hareket ettiği sayısız örnek vardır. Devlet, kendi başına bir tahakküm odağıdır. Buna ilaveten, iktisadi tahakküm kaynağının ortadan kaldırıldığı bir durumda dahi, eğer hiyerarşik, merkeziyetçi ve otoriter örgütlenme modellerini varlığını sürdürürlerse, iktisadi ayrıcalıklara dayanmayan yeni tahakküm norm ve biçimlerinin ortaya çıkışı son derece muhtemeldir.

Marksizm'in anarşizme karşı ele alacağımız son eleştirisi ise, anarşizmin tasarlayıcı siyasetinin küresel kapitalizme aktif olarak karşı koymayı başaramadığı, marjinal bir radikalizm olarak küresel kapitalist hegemonyada kendisine yer edindiği ve adeta "geçici otonom bölge" stratejisi ile yalıtılmış özgürlük adacıkları yaratan bir kaçış politikasına evrildiği iddiasıdır. Öncelikle, eleştiriyi yönelten Marksist-Leninist stratejinin tarihsel karnesine bakmak gerekir. Küresel kapitalizme karşı en "etkili" ve merkeziyetçi mücadeleyi vadetmiş olan bu strateji, yani devleti ele geçirerek sosyalizmi kurma projesi, 20. yüzyılda neyle sonuçlandı? Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ülkeleri ya çöktüler ya da (Çin ve Vietnam gibi) küresel kapitalist sisteme tamamen entegre olmuş, acımasız birer devlet kapitalizmi formuna dönüştüler. Kuzey Kore ise lider kültüyle karakterize bir kriminal organizasyon oldu. Devlet gücünü ele geçirme stratejisi, küresel kapitalizmi yenmek bir yana, onu daha da güçlendiren ve meşrulaştıran yeni tiranlıklar yarattı. Bu tarihsel iflas karşısında, anarşistlerin başarısız olarak nitelenen stratejilerini yeniden değerlendirmek gerekir. Anarşist strateji, kapitalizme tek bir merkezden saldırmaz. Çünkü kapitalizmin tek bir merkezi yoktur. Kapitalizm, sadece ekonomik bir sistem değil, aynı zamanda toplumsal ilişkileri, gündelik hayatı, arzuları ve kültürü de şekillendiren bir bütündür. Bu nedenle anarşist mücadele de bütüncül olmak zorundadır.

Üretim noktasında, grevler, fabrika işgalleri, işçi özyönetimi deneyimleri ve anarko-sendikalist sendikalarla, tüketim noktasında, tüketim boykotları, yerel ve ekolojik gıda kooperatifleriyle, toplumsal yaşam noktasında, devletin ve piyasanın dışında karşılıklı yardımlaşma ağları, kiracı birlikleri, otonom sosyal merkezler ve komünler vb. kurarak. Bu durum bir zayıflık değil, dirençlilik stratejisidir. Merkezi bir parti veya liderlik yok edildiğinde tüm hareket çökebilir. Ancak binlerce otonom ve birbiriyle ağ ilişkisi içinde olan mücadele odağını yok etmek imkansıza yakındır. Kapitalist hegemonyanın en büyük gücü, alternatifin olmadığı mitini kitlelere kabul ettirebilmesidir. Her başarılı komün, her işleyen kooperatif, devletin sosyal hizmetlerine ihtiyaç duymadan sorun çözen her karşılıklı yardımlaşma ağı, bu mite indirilmiş bir darbedir. Bu yapıların kapitalizm tarafından hoş görüldüğü iddiası da  son derece yanlıştır. Devlet ve sermaye, bu otonom alanları sürekli olarak yasal taciz, polis baskısı, ekonomik zorluklar ve piyasa baskısıyla ezmeye veya kendine benzetmeye çalışır. Bu alanların varlığı, bir lütuf değil, kesintisiz bir mücadelenin sonucudur. En nihayetinde anarşistlerin asıl hedefi, geçici festivaller veya anlık isyanlar değil, kalıcı özerk yapılar inşa etmektir. Anarşist devrim, bir sarayı basıp iktidarı ele geçirmek gibi tek bir büyük an değildir, çok daha zor, yavaş ve sabır gerektiren bir süreçtir. Eski dünyanın kurumlarını aşağıdan ve içeriden, gündelik pratiklerle aşındırırken, aynı anda yeni dünyanın toplumsal ilişkilerini ve kurumlarını onun kabuğu içinde ilmek ilmek örmektir. Bu, bir darbe stratejisi değil, bir toplumsal dönüşüm ve inşa stratejisidir. Ve uzun vadede, iktidarı yeniden üretme tuzağına düşmeyen tek gerçekçi devrim yolu budur.

   14. Ele alacağımız son anarşizm eleştirisi ise anarşizmin dünyada cenneti inşa etmeye çalışan "hayalperest", "ütopik" ve "romantik" bir ideoloji olduğu iddiasıdır. Anarşizm eleştirmenlerinin anladığı anlamdaki ütopya, genellikle her detayı planlanmış, çatışmasız, mükemmel ve statik bir toplum modelini ifade eder. Bu, doğası gereği totaliter bir fikirdir çünkü böyle bir mükemmellik, bireysel farklılıklara ve değişime yer bırakmaz. Anarşizm bu türden bir ütopyacılığı kesin bir dille reddeder. Anarşizmin ütopyası, İrlandalı yazar Oscar Wilde'ın o meşhur sözünde ifade ettiği gibidir: "Ütopyayı içermeyen bir dünya haritasına bakmaya bile değmez, çünkü o harita insanlığın her zaman ayak bastığı bir kıyıyı dışarıda bırakır. İnsanlık oraya vardığında, daha iyi bir ülke görmek için etrafına bakınır ve yeniden yelken açar. İlerleme, ütopyaların gerçekleşmesidir." Anarşizm için ütopyacılık, varılacak bir yerin haritası değil, her zaman yelken açılacak olan o daha iyi toprak parçasını gösteren bir pusula veya bir ufuk çizgisidir. Bu ufuk, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ilkeleriyle tanımlanmıştır. Amaç, o ufka ulaşıp durmak değil, her adımımızı o ufka doğru atmaktır. Bu, bir cennet vaadi değil, sürekli bir özgürleşme çağrısıdır. Ayrıca, iddia edilenin ve zannedilenin aksine anarşizm, hayalperestlikten çok gerçeklere dayanan bir ideolojidir. Anarşizm, devletin tarih boyunca savaş, katliam ve baskıdan başka bir şey getirmediğini, kapitalizmin ise doğası gereği sömürü, eşitsizlik ve ekolojik yıkım yarattığını söyler. Bu, romantik bir bakış değil, tarihsel ve materyalist bir analizdir. Metin boyunca tekrarlandığı üzere, anarşizm insanların birer melek olduğu varsayımına dayanmaz. Tam tersine, insanların hem işbirliği yapma hem de tahakküm kurma potansiyeline sahip olduğunu kabul eder. Tam da bu yüzden, kimsenin elinde diğerleri üzerinde tahakküm kurma gücü biriktiremeyeceği, hiyerarşisiz ve gücü dağıtan yapılar önerir. Anarşizm, insanları iyileştirmeyi değil, en kötü potansiyellerini ortaya çıkaran zehirli toplumsal yapıları ortadan kaldırmayı hedefler.

Anarşist bir toplum, sorunsuz, tartışmasız, çatışmasız bir cennet olmayacaktır. İnsanlar her zaman farklı fikirlere ve arzulara sahip olacak, anlaşmazlıklar yaşayacaktır. Anarşizmin vaadi, çatışmasız bir dünya değil, çatışmaların bir yargıcın, polisin veya patronun otoriter kararıyla değil, ilgili tarafların özgürce müzakere ettiği, arabuluculuk ve uzlaşma aradığı, şiddete dayanmayan mekanizmalarla çözüldüğü bir dünyadır. Eğer ütopyacılık, bir sistemin doğasını göz ardı ederek ondan gerçekçi olmayan sonuçlar beklemekse, asıl ütopyacılar anarşistler değil, onlara bu eleştiriyi yöneltenlerdir. Tarihi kan ve sömürüyle yazılmış devlet aygıtının ve doğası gereği kar hırsına dayanan kapitalizmin, birkaç reformla "insancıl," ve "adil"  bir yapıya dönüştürülebileceğine inanmak, en büyük ütopyacılıktır. Sonuç olarak anarşizm, yeryüzünde kusursuz bir cennet tasarlamaz. Bir son durak vaadi değil, bitmeyen bir yolculuk çağrısıdır. Bu yolculuk, daha fazla özgürlük, daha fazla eşitlik ve daha fazla dayanışma yönünedir. Ve bu, insanlık için hayal edilebilecek sadece en gerçekçi özgürlük projesi değildir, aynı zamanda mümkün olan tek projedir.

 

Kaynakça ve Referanslar:

 

Colin Ward - Anarchism: A Very Short Introduction (Oxford University Press)

https://www.etymonline.com/word/anarchy

James C. Scott - Tahıla Karşı: İlk Devletlerin Derin Tarihi (Koç Üniversitesi Yayınları)

David Graeber - Borç: İlk 5000 Yıl (Everest Yayınları)

David Graeber, David Wengrow - Her Şeyin Şafağı (Epsilon Yayınevi)

David Graeber - Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar (Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi)

Murray Bookchin - Özgürlüğün Ekolojisi (Sümer Yayıncılık)

Pyotr Kropotkin - Karşılıklı Yardımlaşma: Evrimin Bir Faktörü (Kaos Yayınevi)

Benjamin Libet - Time of Conscious Intention to Act, Brain, 1983.

Aaron Schurger - An accumulator model for spontaneous neural activity, PNAS, 2012.

Alfred Mele - Free: Why Science Hasn’t Disproved Free Will (Oxford University Press)

Daniel C. Dennett - Özgürlük Alanı (Alfa Yayınları)

John-Dylan Haynes - Unconscious determinants of free decisions in the human brain, Nature Neuroscience, 2008.

Michael Tomasello - Neden Ortaklıklar Kurarız? (Alfa Yayınları)

Frans de Waal - İçimizdeki Maymun & Biz Neden Biziz? (Metis Yayınları)

William T. Harbaugh vd. - Neural responses to taxation and voluntary giving, Science, 2007.

Ayna nöronlar ve empati üzerine: (Rizzolatti & Craighero, 2004)

Pyotr Kropotkin - Bir İsyancının Sözleri (Ayrıntı Yayınları)

Oscar Wilde - Sosyalizm ve İnsan Ruhu (Roll Dergisi)

Michael Mann - The Autonomous Power of the State: Its Origins, Mechanisms and Results (European Journal of Sociology) 25(2): 185–213.

Michael Mann - The Sources of Social Power, Vol. I: A History of Power from the Beginning to A.D. 1760.  (Cambridge University Press)

Theda Skocpol - 1979. States and Social Revolutions: A Comparative Analysis of France, Russia, and China (Cambridge University Press)

Theda Skocpol - 1985. Bringing the State Back In: Strategies of Analysis in Current Research. In Bringing the State Back In, eds. Peter B. Evans, Dietrich Rueschemeyer, and Theda Skocpol, 3–43. (Cambridge University Press)

Max Weber - Meslek Olarak Siyaset (Biblos Kitabevi Yayınları)

Charles Tilly - Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu (İmge Kitabevi Yayınları)

Margaret Levi - Of Rule and Revenue (University of California Press)

John Brewer - The Sinews of Power: War, Money and the English State, 1688–1783 (Harvard University Press)

Douglass C. North, John J. Wallis, Barry R. Weingast - Violence and Social Orders (Cambridge University Press)

Peter B. Evans - Embedded Autonomy: States and Industrial Transformation (Princeton University Press)

Randolph Bourne - Devlet (Nika Yayınevi)

Robert Jervis - Cooperation Under The Security Dilemma (1978), World Politics 30(2): 167–214

The Chinese Neolithic: Trajectories to Early States (Cambridge University Press) (sy. 73 - 116, 4 - Spatial organization and social relations in communities)

Elinor Ostrom - Governing The Commons (Cambridge University Press)

Elinor Ostrom - A Polycentric Approach For Coping With Climate Change (World Bank Policy Research Working Paper No. 5095)

Lu Hong, Scott E. Page - Groups Of Diverse Problem Solvers Can Outperform Groups Of High-Ability Problem Solvers (PNAS, 2004)