Sanat ve iktidar

"Benim 'sanat bir hiçtir'den kastım sanatçı, galeriler, sanat piyasası ile genelleştirilmiş estetiğin şantajı karşısında biraz rehine durumuna düşen tüketici arasında, bu işin toplamı sıfır olan bir denkleme doğru gitmekte olduğuna dikkat çekmekti. Herkesin suç ortağı olduğu bu 'sıfır olay'dan, bir süper sanat olayı çıkarılmaya çalışıldığını vurgulamaktı. Bu durumda, sanatın bizatihi işlevi de bir performansa dönüşmüş oluyordu."

Sanat ve iktidar

0

Besim Erarslan

Eleştirel düşünce geleneği içerisinde gündelik hayata ait tüm varoluş biçimleri didiklenirken nedense bu "alî sanat" saltanatı (birinci dünya savaşından sonra ortaya çıkan DADA akımından bu yana) ciddi bir saldırıya uğramamış görünmektedir. Bu konunun geniş katılımlı bir tartışmayı gereksediği açık olmakla birlikte konuya dair kendimce sorulması gereken soruları sormaktan da geri durmak istemem._

Öncelikle "sanat nedir" diye başlamak sanırım tartışmaya bir giriş yapmak için gerekli imkanları sağlayabilir bizlere. 

Bu soruya pozitif ya da negatif anlamda gerçekliğin yaratıcılar tarafından yeniden üretilmesi/tahrifatı olarak yanıt verilecek olsa bile konuyu "sanat" bağlamı içerisinde ele aldıkça somut bir yere varılabilirmiş gibi gelmiyor bana. Asıl konu sanata esas olan estetiği hayatın içinde doğru yere oturtmak olsa gerek. Yaşamın estetize edilmesi ekseninden bakınca "sanat" denen kapalı, hiyerarşik ve seçkinci yapının yaşamın estetikleştirilmesine temelde bir katkı sağlamadığını görürsünüz. Nasıl ki "bilim" bir mitos olarak gerçeği kendi tekeline almışsa "sanat" da başka bir mitos olarak gerçeğin tahrifatını kendi tekeline almıştır. Günümüzde medyada "sanatçı" kimliğiyle boy gösteren tüketim kültürü misyonerlerini (taşıyıcılarını) "gerçek"(!) sanatçı olmamakla eleştirmek de bu sorunu hiç çözmüyor... Burada asıl sorun sanat denen kurumlaşmanın varoluşunu yüksek düzeyde seçkinci ve hiyerarşik bir zemin üzerine kuruyor olmasıdır. Buna göre, yaratıcı ve estetize edilmiş etkinliklerin mutlaka sanat kavramı içerisinde tanımlanması gerekmektedir. Hal böyle olunca yaratıcı estetik etkinliğin öznelerini (uygulayıcılarını) sanatçı, bu etkinliğe edilgen yada izleyici olarak katılanları (nesnelerini) ise sanat izleyicisi olarak tanımlamak gerekir.

Kavramlaştırmayı bu biçimde yapınca sanatın Jean Boudrillard'ın dediği gibi "bir performans çabasına" dönüşmekten başka bir işlevi üstlenmediğini söylemek çok da yanlış olmaz._

Geçtiğimiz yıllarda ülkemize gelen ve zamanın Radikal gazetesinde yayınlanan söyleşisinde aşağıya aldığım kısımda şöyle demiş Baudrillard: 

"Benim 'sanat bir hiçtir'den kastım sanatçı, galeriler, sanat piyasası ile genelleştirilmiş estetiğin şantajı karşısında biraz rehine durumuna düşen tüketici arasında, bu işin toplamı sıfır olan bir denkleme doğru gitmekte olduğuna dikkat çekmekti. Herkesin suç ortağı olduğu bu 'sıfır olay'dan, bir süper sanat olayı çıkarılmaya çalışıldığını vurgulamaktı. Bu durumda, sanatın bizatihi işlevi de bir performansa dönüşmüş oluyordu." 

Sanata dair Baudrillard ile ne kadar aynı düşünüp düşünmediğim konusunda emin olmamakla birlikte bu saptamasının tartışmaya dair yeni akıl yürütmelere olanak sağlaması bakımından önemli bulduğumu belirtmeliyim. Burada açık ki sanatın tahakküm sistemiyle olan suç ortaklığına atıfta bulunulmaktadır. "Tüketim toplumunun" giderek "medyatik tüketim toplumuna" doğru evrildiği bir çağda sanatın bu evrimden payını almaması düşünülmemeli...bu bakımdan giderek "şeyleşen/medyatikleşen" sanat, performansa dönüşmekte toplumsal simülasyonun bir parçası olmaktadır.

Hiyerarşik toplumda sanat yarı kutsal (yüce) sayılmakla toplumsal iktidara dolaylı olarak ortak olmaktadır. Bazı sanatçıların iktidar sahiplerine muhalif olması bile bu durumu değiştirmez. Sanatçı yarı tanrısal (yaratıcı) olma durumundan kaynaklanan ayrıcalıklılığı ile önsel (apriori) olarak toplumsal yaşama dair söz söyleme ve onu etkileme hakkına sahiptir. Yine bu muktedirlikten (iktidar sahibi olmaktan) dolayı potansiyel muhalif olma hali siyasal iktidar sahiplerince hep tehdit olarak algılana gelmiştir.

Platon'un sanat karşıtlığı da onun "ideal iktidarını" ideal olmayan, uyumsuz, kimi zaman yarı kaçık sanatçılarla paylaşmak istememesinden kaynaklanır. Postmodern  dönemde tüketim kültürünün sanat ile bu denli içli dışlı olması öte yandan hep sanatın muktedirliğine dair önemli ipuçlarıdır. Böylesi bir kavrayışla anarşist yöntemli düşüncenin bir toplumsal iktidarın merkezileşmesine (tekelleşmesine) karşı çıkarken diğer yandan aydınlanma düşüncesinin klasik sanatı yüceltme korosuna dahil olarak sanat için (doğrudan yada dolaylı) iktidar talebinde bulunmasının mantığını anlamak mümkün değildir. Prometeus'un ateşi Olimpos dağındaki tanrılardan çalarken yaratıcılığın sanatsal biçimlerini de çaldığını ve onları ateşle birlikte 'yere' insanların arasına indirdiğini böylece sanatsal (tanrısal ve onaylanmış) olanın insani ve onaylanmamış (anarşik) olana dönüştüğünü söylemek yanlış olmaz. Yukarıda "nasıl ki "bilim" bir mitos olarak gerçeği kendi tekeline almışsa "sanat" da başka bir mitos olarak gerçeğin tahrifatını kendi tekeline almıştır" derken bilim ile sanat arasındaki kurumsallaşma paralelliğine dikkat çekmek ve günümüzde iyice deşifre olan bilimin iktidarından sanata bir gönderme ile onun iktidarının kavranmasını kolaylaştırmaya çalışmıştım. 

Sanat, sanat olarak kurumlaşmış hali ile estetik kavrayışın ana sorunsalını oluşturmaya devam ettiği sürece "iyi sanat, gerçek sanat, milli sanat, karşı-sanat, özgür sanat, devrimci sanat, anarşist sanat" vb. kavramlaştırmalar sanatın ve sanatçının iktidarını yıkmaya vesile olamayacak kadar “sanatın dokunulmazlığı” söyleminin içinde kalmaya mahkumdur ve medyatik tüketim kültürü onun kendi simülasyonunun bir nesnesi haline getirmeye devam edecektir. Nasıl ki tüketim ekonominin (dolayısıyla da tahakkümün) bir unsuru ise sanat da ekonominin (tahakkümün) bir unsuru haline gelmiştir. 

Sanatın kurumsal hiyerarşisini sanatçının durumundan ayrı ele alamayız. Sanatçı sanat olayında belirleyici olan özne olmaktan başka sanatın iktidarının cisimleştiği temel unsurdur. 

Sanat ile iştigal eden kişi olarak sanatçı; öncelikle sanatçı yetiştirme kurumlarını (Akademiler, Fakülteler, Enstitüler vb.) bitirmek ve diplomasını eline almak zorundadır. Ne var ki kuru kuruya diploma yada sertifika vb. onaylayıcı belgeler sanatçı olmak için tek başına yeterli değildir...bunun yanı sıra meslekte (sanatçılıkta) işinin erbabı olan üstatların da mutlaka genç sanatçı adayına el vermesi onu sanatsal ortamlarda desteklemesi yada bu ortamlara sunması gerekmektedir. 

Gerekli sanatsal onay aygıtlarının eğitim ve denetim aşamalarından geçen sanatçı adayı artık sanatçı olmaya (mayalanarak) hazır hale gelmiştir. Bu sürecin içindeki en önemli olgulardan biri de ödüllendirme ve buna ait aygıtların oluşturulmasıdır. Ödülsüz bir sanat ortamı anlamını yitirir. Çünkü ödül sanatçının "emeğinin karşılığını" toplumsal beğeni standartları kurumlarınca onaylanmış olarak alması demektir. Ödüllendirme süreçleri ve aygıtları örgütlenirken burada bir yandan sanatçının toplumsal kümenin dışında (üstünde/ötesinde) yaratıcı olmakla (yarı-tanrısal) bir güce sahip olduğu teyit edilmekte diğer yandan da ona bu gücü veren ödüllendirme aygıtlarında jüri üyeliği yapmakta olan kıdemli sanatçı ustalarının otoritesini kendisi de onaylamakta ve toplumsal karşısında bu otoriteyi meşru ve "saygıdeğer" kılmaktadır._

Günümüzde nasıl ki bilimin bir mitos olarak iktidarına karşı çıkmak bilimsel bilgiyi metafiziğe feda etmek anlamına gelmiyorsa, sanatın hiyerarşik saltanatına karşı çıkmak da sanatın karşısına vandalizmi koymak olarak anlaşılmamalıdır. Sanatın kendi merkezine koyduğunu iddia ettiği estetiği sanattan ayrı ele alarak yaşamın estetize edilmesi izleğine bağlı olarak içinden soyutlandığını hayatın içinde doğru yere oturtmayı becerebilirsek bence sorun kalmaz. Burada temel izlek sanatı devrimcileştirmek değil estetik yaşam ilişkisini yeniden kurarak içinde ya da önünde sanata dair ekler içermeyen yeni tanım ve kavramlarla düşünebilmek tahakküm geleneğinden tam bir epistemolojik kopuşu gerçekleştirebilmektir. Konuyu böyle ele almak bizleri dilin ve ideolojik tutumların tuzaklarına düşmekten daha baştan koruyacaktır. 

Bunun için de bence; Sanat hiçbir şeydir, yıkarak yaratmak her şeydir!_