Ruhumuzun ortaçağı
Yeni bir isyan lazım bize, bu defa babaya değil babalık kurumunu kurana karşı... Bir güzellik lazım bize, Rönesanstan Paris’in barikatlarına uzanan.
İnsanlık kaç yaşındaysa biz de aynı yaşlardayız. Hepimiz mağaralarda doğduk. Kasabalardaki, sokaklardaki, şehirlerdeki, apartmanlardaki ya da plazalardaki mağaralarda. Yetmişler, seksenler ya da doksanlar... Doğduğumuzda dışarıda karanlık bir çağ vardı. Hemen eşiğimizde dolanan öfkeli bir güruh, ellerinde ateşlerle biz gibileri ayıplamaya hazırdılar.
Hava karardığında dış dünyanın tehlikelerinden bizleri korumak isteyen babamız kapının önünü tutardı. Dedemiz kutsal kitaplardan barikatlar kurardı. Büyük annemiz feodal kılıçlar dizerdi. Annemiz felaket hikayelerinden savunma hatları örerdi. Mağaranın dışı soğuktu, karanlıktı, etrafımız korkunç yaratıklarla sarılmıştı. Dışarı da yıkım vardı. Yamyamlık vardı. Sapkınlıklar vardı, var kızı var, var oğlu vardı.
Yaşamadan yaşlanmamızı planlayanlar, mezarımızı da yatağımızın altına kazacağımızı düşünüyorlardı. Ebeveynlerimiz bizleri korumak için mağarayı zehirli gazlarla tütsüleyip pencereleri kapatıyorlardı.
Nefes alamıyorduk.
Dönüp dolaşıp başladığımız yerlere dönen volta alanlarına sığmıyorduk.
Dünya diye dışarıdan yansıyan gölgelerle yetinemiyorduk.
Sonunda dışarıdaydık. Avucumuzda yirmili yaşlarımız.Dışarısı bazen soğuk, biraz ürkütücü, azıcık korkutucu çoğu zaman ise sonsuzluktu...
Yürürken dupduru gören bir çift göze sahip olduk, duymak istediğimiz seslere de ulaşan iki kulağımız oldu sonra koklamayı bilen bir burun... İlk defa kendi ayaklarımızla yürüdük. Zihin haritalarımızda ilerledikçe her bir şeyin bize anlatılandan bambaşka olduğunu gördük. Bir yerlerde, milattan önceki bir zamanımızda yazıyı keşfettik. Kutsal olmayan kitaplara rastladık. Benliğimizi başkalaştırıp, ruhumuzu yücelten kitaplardan gemiler inşaa ettik. Onlarla kâh yüzdük, kâh yürüdük, kah uçtuk. Yazarlarımızdan gözler, kulaklar ödünç aldık; onlar rehberliğinde mağaralarımıza gölgesi dahi düşmemiş kıtalar keşfettik. Bedenlerimizde, kişisel tarihimizden ibaret medeniyetler kurduk. Biz gibilerle bir araya gelişlerimiz de ise kelimelerden sokaklar, kentler inşa ettik.
Yüzükten, taştan, hikayeden, evlerden, sokaklardan senatolardan müteşekkil Roma’yı inşaa ettik. Barbarların saldırılarına karşı yüreğimizdeki bu güzel yurdu savunurken, bir taraftan emeğimizle, sevgimizle, kredi ile edindiğimiz evlerimiz, parmağımıza taktığımız yüzüklerimiz, zor bela edindiğimiz sigortalı işlerle kurduğumuz Romalarımıza isyan ettik. Spartaküs olduk. Yenildik ve kazandık.
Bazen eşimizle, çocuklarımızın beklentileriyle, çoğu zaman kendimizle, ekonomik buhranlarla, dış dünyanın diktalarıyla savaştık. O kadar yenildik ve kazandık ki sonunda o koca ülkemizi; Roma’yı kimin yıktığını bilemedik.Ve yıkıldı Roma. Kitaplardan gemiler ardımızda kaldı. Hayal yüklü rüzgârlarımız dağlara takıldı.
Soğuk bir devre giriyoruz. Dışarısı on bin yıl önceki gibi, özgürlüğümüze kast etmiş canavarlar, ruhumuzu esir etmeye yemin etmiş devlerle dolu.
Orta yaş, orta çağ...
Şimdi yeni bir devirdeyiz. Başka bir zamanda. Devir dışardaki kargaşadan korunmak için serfliği kabullenenlerin vakti. Fikirleriyle baş edemeyenlerin mistik hikâyelere tutunup kurtarıcı aradıkları Hocaların, Guruların ve de Papaların ellerini öptükleri bir çağ...
Orta yaş, orta çağ...
Şimdi çocuklarını korumak isteyenlerin, anne ya da baba olmak için ayaklanan dürtülerin vakti, yalnızlaşmadan ürktüğün bu zamanda ömrünce savaştığın şeylere dönüşmenin en yakınındayız.
İçinde bir şeylerin korktuğunu seziyorsun. İçin bir şey örüyor. İçindeki mağara bekçisi, babandan, anandan, devletten daha berbat. Dışarıdaki mağarayı yıkmak kolay; insan içiyle nasıl dövüşebilir ki? Babaya/anneye dönüşmüş göğüs kafesiyle kavga edinir mi?
*Admin'in notu:: Urizen, William Blake’in kendi mitolojisinde yarattığı figürlerden biri. Urizen aklın, yasaların, düzenin, sınırlamanın ve baskıcı otoritenin sembolüdür. Blake onu çoğu zaman yaşlı bir adam, ölçü aleti taşıyan aklın ve kuralcılığın temsilcisi “yaratıcı-tanrı” gibi resmeder. Blake'in şiir ve gravürlerinde Urizen evreni kurar ama aynı zamanda insan ruhunu zincire vuran, hayal gücünü boğan bir figürdür. Kimi zaman Eski Ahit'in Tanrı'sına, kimi zaman Newtoncu aklın kuralcılığına, kimi zaman da kilise ve devlet otoritesine benzetilir.
Miraz Rûspi