Fuck you!

Örgütlenme denilince ben, hem kitlesel hem siyasi örgütlenmeden yana olanlara yakınım. Gevşek, insanın canını sıkmayacak kadar gevşek, yani çok gevşek ama iş bir şey yapmaya gelince kendiliğinden çok sıkı örgütlenmeden yanayım.

Fuck you!

Ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, bu eleştiriler ne kadar haklı olursa olsun, Sovyetler Birliği’nin varlığının hem dünya halkları için, hem solun varlığı için – birçok anarşist bana katılmayabilir - ne kadar önemli olduğunu zaten biliyordum. Şimdi yeri geldi, eski bir vecizemi yeniden yumurtlayayım: “Dünyada ne kadar anarşist varsa o kadar anarşizm vardır”. En azından öyle olması gerekir. Tatlı tatlı tartışırız olur biter, bazılarımız pek beceremese de. Neyse, işte o eleştirdiğimiz Sovyetler Birliği’nin yıkılması önemini de gözler önüne serdi.

Batı burjuvazisi “Aman Sovyetler’e özenmesinler” diye işçilere kesenin ağzını açmaktan kurtuldu. Refah devleti denen bu politika Sovyetler yıkıldığından beri mum gibi eriyor. Burjuvazi sosyalist olmamaları için vermek zorunda olduğu refahı yıllardır işçileri kustura kustura geri alıyor. Sovyetler’in yıkılmasını sosyalizmin başarısızlığı addeden dünya halkları, sokak röportajlarındaki yurdum insanıyla aynı noktaya geldi: “Yapacak bir şey yok”. Bir yandan da dünya ekim devrimi öncesine dönmüş; yeni yeni paylaşım savaşları, soykırımlar, ilhaklar… kan gölüne döndü ortalık. Çin de olmasa iyice gemi azıya alacak bu reziller.

Ama benim asıl söylemek istediğim bunlar değil. Yıkımdan sonraki küresel kalite kaybına dikkat çekmek istiyorum. İki kutuplu dünyada, sosyalizmin benimsense de karşı olunsa da bir ağırlığı vardı. Entelektüellerin sol eğilimli olması, kültürün tekeli ellerinde olduğu için, kitap okumayı da saygın bir eylem olarak algılatıyordu insanlara. Şimdi galiplerin, daha doğrusu baş galibin seviyesi hakim. “Kimse artık kitap okumuyor mirim” diye sızlanmayacağım. Onun bir sürü izahı yapıldı, işte artık görsellik zamanı, tv internet falan. O işin doğal seyri olabilir, öyledir herhalde. Ama bir de sosyalistlerin bile benimsediği bir jargon değişmesi var.

70’lerin çatapatlı günlerinde faşistlerle ölümüne çatışan devrimciler, bu kanlı düşmanlarına bile küfretmezdi; en fazla “Yürü lan yürü” falan denirdi. Sosyaliste lümpen ağızları yakışmazdı çünkü; işte o jargon değişmesinden söz ediyorum. Önemsiz görülebilir ama artık batılı ülkelerin sosyalistleri, hem marxistler hem anarşistler, “Down with capitalism” derken “fuck bourgeoisie” demeye başladılar. Dünyaya yayılıyor, herkes doğal karşılıyor. İngilizce olunca bunların filmlerinde duya duya alışmışız, fazla kulak tırmalamıyor da, Türkçeye çevirince insanın ağzı açık kalıyor. “Burjuvaziyi sikeyim” diye slogan olur mu yahu?

Bir parantez açayım, evet bence anarşizm sosyalizm ağacının dallarından biridir marxizm ve blanquizm gibi. Kendini süratle fesheden proletarya diktatörlüğünü kastetmiyorum tabii ki. Sosyalizm kabaca üretim araçlarının kamulaştırılması, eşitlik ve adalet demektir. Bizim özgürlük sevdamız cabası 😊Şimdi birilerinin eli kanlı bir faşist diktatörün de eşit ve adil bir toplum kurabileceği yolunda itirazlarını duyar gibiyim; cevabım “mümkünü de örneği de yok” olur. Şimdi yeri gelmişken benim en ilgimi çeken anarşist Max Stirner’dir. Kaos yayınlarından çıkan kitabı hala okumadım itiraf edeyim, ama bildiğim kadarıyla hayatında hiç sosyalist olmadığı halde bireyin kurtuluşunun anarşide olduğunu görmüş olmasından dolayı ilgimi hak ediyor. Aynı zamanda yaşıyor olsaydık arkadaş olur muyduk bilmiyorum; “içki de içmiyor sinameki herif” diye uzak durabilirdim. Tabii bilmiyorum içip içmediğini, o da ayrı. Neyse parantez istemediğim kadar uzadı, dallandı budaklandı, artık kapatsam yeridir.

Nerede kalmıştık, burjuvaziyi sikmekte. İşte burada mezkur “fuck” kelimesinin güzel yanını da vurgulamak gerekiyor. İngilizce penisin kabacası dick. Ama küfrederken “dick you” demezler, “fuck you” derler. Bizde yani türkçede eksik olan bu. Onlarda kadın da adama “fuck you” diyor, çünkü ortaklaşa yapılan fiilin adı bu. Bizde de “sikişmek” gibi güzel bir ifade var, ama genel kullanımda bir aktif ile bir pasif söz konusu. Bu fiil bir de ceza unsuru olarak görülüp en galiz küfürlerde kullanılınca düpedüz cinsiyetçiliğe giriyor, pasif addedildiğini gören rencide oluyor.

Peki ne yapmalı da bu cinsiyetçi, sevişmeyi hakaret olarak kullanan söylemden kurtulmalı? Telefon gibi otobüs gibi bir şey değil ki aynen alıp kullanalım. Sevgilisine “fak beni” diyen bir adam tahayyül edebilir miyiz? Olmaz, mümkün değil. E ne yapacağız o zaman? Ne yapacağız canım, şimdiye kadar neleri savunduysak onları savunmaya, anarşizm için mücadeleye devam edeceğiz. Ama nasıl? Örgütlü mü örgütsüz mü? Eylemde buluşup dağılmaca mı dağılmamaca mı? Gevşek mi sıkı mı. İşte şimdi asıl söylemek istediğime geldik. Bir kitap çıktı karşıma facebook’ta, anarşistler paylaşmış. Adı Organizational issues within anarchism, yani anarşizmde örgütsel sorunlar diye çevrilebilir. Felipe Correa yazmış. Örgütlenme konusunda anarşistleri üçe ayırmış. Birincisi örgütlenmeye karşı olup eylemde buluşan küçük gruplaşmaları savunanlar, ki bana çok affedersiniz “bok değil, ebem sıçtı” deyimimizi hatırlatıyor, ikincisi sendikalistler gibi kitle örgütlerinden yana olup siyasi örgütlenmeye karşı olanlar, üçüncüsü de hem kitlesel hem siyasi örgütlenmeden yana olanlar. Daha kitabı okumadım ama gerek yok, zaten yıllardır görüşüm belli. Ben üçüncü gruba yakınım. Gevşek, insanın canını sıkmayacak kadar gevşek, yani çok gevşek 😊 ama iş bir şey yapmaya gelince kendiliğinden çok sıkı örgütlenmeden yanayım. Hatta sıcak durumlarda kendini kanıtlamış doğal liderlerin de gerekli olduğunu savunurum. Sürü hayvanıyız çünkü; ani durumlarda tepki vermek için gözlerin bir doğal lider araması doğaldır. Bunu okullarında faşistlerle dövüşenler iyi bilir. İlla ki bir doğal lider çıkar ortaya; çıkmazsa o grubun işi çok zor zaten. Sıcak durum geçince normal lidersizliğe dönülür. Dönüleceğinin garantisi var mı? Yok tabii, daha kısa süre önce bir psikopat oğlanın sultasına boyun eğenler neden sonra “bizim gibi anarşist olmaz olsun” deyip 😊 kendilerini feshettiler. Ne yapalım, hiçbir şeyin garantisi yok ki…