Quo vadis?

Sonuç olarak, türbülans devam ediyor. Bu türbülans hem Türkiye'de toplumsal bir mutabakat yaratmadığı gibi hem de orta doğuda ve dünyada uluslararası diplomatik bir mutabakat yaratamıyor. Türkiye'de toplumsal yarılma, Suriye'de ise yeni bir iç savaş kapıda. Ekonominin fecaatliği ve hızlı yoksullaşma, durdurulamayan hayat pahalılığı dikkate alındığında bu sürdürülebilir bir durum değil. Şu ana kadar Türkiye'deki devlet aklının ışıltısını Öcalan haricindeki aktörlerde göremedik. Onun devlet aklına eklemlenme çabası da Kürt halkından ne kadar destek görür o da cevabı kolay bir soru değil. Uluslararası planlara ve büyük resme bakınca mevcut aktörlerin hiç birinin yerinin sağlam olmama ihtimali var. Bir kaç yıl sonra ne içerdeki ne de dışarıdaki politik aktörlerin hiç biri yerli yerinde kalmamış olabilir. Spekülasyon demeyin. Olmaz olmaz demeyin.

Quo vadis?

Besim Erarslan

Geçen Ekim 2024 tarihinde Devlet Bahçeli'nin ünlü konuşmasını yapmasından beri benim "Yeni Çözüm Süreci" dediğim devletin de "Terörsüz Türkiye" dediği konuyla ilgili olarak saydım altı tane yazı yazmışım. 25 Ekim 2024 tarihli İlk yazımda; "Türkiye yine siyasal ve toplumsal bir türbülans dönemine girmiş gibi görünüyor.  Bu satırların yazılma hızıyla yayınlanma ve okunma, algılanma ve olası geri dönüş hızı muhtemelen olayların gelişme hızına yetişemeyecek ve yazı daha bir çok okura ulaşamadan birkaç gün içinde gündem dışı kalmış olacak. Öyleyse neye yazıyorum ki?

 Çok basit sadece bunu kendime siyasal günlük tutmuş olmak amacıyla yazıyorum. Böylece bu toplumsal ve siyasal türbülans sürecinde olaylar durulup nispeten sakinlediğinde geriye bakıp olayları nasıl okuyabildiğime dair bir değerlendirme yapabilme olanağım olacak. Kendi kendimi olayları ne kadar okuyabildiğime dair sınava tabi tutmuş olacağım diyeyim o kadar.  Yoksa yazarken zaten öyle büyük beklentilerim yok hiç de olmadı zaten" demişim. 
Şimdi geçen bir yıla yakın sürece bakarak iç ve dış gelişmeler ile ilgili daha net şeyler söyleyebilme şansına sahibiz.

Öncelikle birinci olarak belirttiğim biçimde o günden bu yana hem siyasal hem de toplumsal türbülans devam ediyor. Buna ek olarak Trump'ın ABD'de başkan seçilmesiyle orta ve yakın doğuda kartlar yeniden  dağıtılırken sınırlar yeniden çizilirken askeri, siyasal ve ekonomik mimari ABD ve İsrail'in lehine yeniden biçimlendirilmeye çalışılırken burada devletlere ve halklara biçilen roller de yavaş yavaş netleşmeye başlıyor.

Konu oldukça dallı budaklı, hem siyaset bilimi hem de dış politika açısından bir çok parametreyi barındırıyor. Ama tüm bunlara bir yazı kapsamında değinmek imkansız. Bu yazı sadece "bugüne kadar neler oldu ve daha neler olabilir"i çok kısa özetlemeye çalışacak bir fikir cimnastiği çabası olmaktan öte geçemez.

Bu satırların yazarının iki avantajı var. Birincisi kendisini dini, etnik, millici, politik  vb. herhangi bir aidiyete bağlı hissetmediği için aidiyetin doğurduğu tarafgirlik hissiyatını satırlarına yansıtmıyor. İkincisi ideolojik olarak bir angajmanı olmadığı  için siyasal iktidardan pay alma peşinde olan partilerin, liderlerin, politik şahsiyetlerin ya da politikacıların ikircikli, nabza göre şerbet verme tavırları onu zerrece ilgilendirmiyor. İdeolojik bagajın yokluğu hem nalına hem de mıhına vurma kolaylığı sağlıyor. 

Sözünü ettiğim yazıda;  "Devlet Bahçeli’nin meclis grup toplantısında konuşması ile başlayan bu sürecin bir Kürt Sorununu çözme iradesinin bir sonucu olmadığı, hele adı bile anılmayan siyasal tutuklular, Geziciler, Osman Kavala, Can Atalay , HDP’li vb. tutuklular için genel af, ifade özgürlüğü içeren bir demokrasi paketi ile ilişkili olmadığı aşikardır. Kaldı ki böyle bir paketi devlet aklı  gündeme  getirecek olsaydı bunu çürümüye yüz tutmuş, güvenilirliğini, popülerliğini yitirmiş  otoriter ve yıpranmış bu aktörlerle değil toplumsal ve siyasal konsensüs oluşturabilme kapasitesine sahip yeni aktörlerle yapar devleti bu siyasal ve toplumsal konsensüs temelinde yeniden reorganize ederdi.  Yukarıda bu hamle devlet aklıyla yapılmıştır demiştim ancak eklemeyi unutmuşum bu akıl sonuç alınabilecek bir akıl değil. Bu girişimin sonu da muhtemelen fiyasko olacak." demiştim.

Gelinen noktada çok kısa olarak özetlemek gerekirse;
1) Süreç baştan itibaren gizli kapaklı kapılar ardında sürdürülmüş sürecin aktörleri olarak MİT başkanı İ. Kalın, A. Öcalan, Devlet Bahçeli ve Hakan Fidan'ın açıklamaları önem kazanmıştır.  
2) Sürecin iktidar açısından herhangi bir demokratikleşme içermediği Selahattin Demirtaş, Can Atalay vb. politik rehinelerin serbest bırakılmadığı gibi buna Ekrem İmamoğlu, Fatih Altaylı vb. yenilerinin eklenebileceğinin görülmesi ile anlaşılmıştır.
3) Başta CHP olmak üzere siyasal muhalefet tamamen kriminalize edilmiştir.
4) Ikına sıkına bir türlü ad bulunamayan sürecin adı ola ola "Terörsüz Türkiye" olmuş ve buradan siyasal iktidar eliyle herhangi bir demokratik gelişme beklemenin hayal olduğu anlaşılmıştır.
5) Hapishaneler tıklım tıklım "siyasal, ideolojik suçlularla" dolu olduğu halde adalet konusunda hiçbir girişimde bulunulmamıştır.
6) Süreç için kurulan komisyonun Kürtçe konuşmaya bile izin vermemesi, komisyonda adalet isteyen Baro başkanlarının iktidar ortakları tarafından "süreci anlamamış olmakla" eleştirilmesi komisyonun zaman kazanmak ve toplumsal kesimlerin meşruiyetini kazanmak için göz boyamaktan başka bir işlevi olmadığını göstermektedir.
7) T.C. Devleti Suriye'de ABD, İsrail ve İngiltere arasında pişirilen plana dahil olma konusunda kendi oligarşik yapısı içinde henüz bir konsensüs sağlayamadığını gerek Rojava Kürtlerine düşmanlığı vesilesiyle gerekse Suriye'nin üniter yapısını tüm taraflara dayatarak göstermektedir.
8) Suriye'de HTŞ ve El Şara sürece dış güçlere yaslanma dışında bir katkı koyamadıkları için var olan sınırlı kontrolünü kaybetmek üzeredirler. 
9) Türkiye'de sol kendi angajmanlarından ötürü söz söyleyemez hale gelmiş, özgürlükçü bir yol için alternatif üretemez durumdadır. Geleneksel Ulusalcı Kemalist sol Kürt allerjisi yüzünden her türlü diyalog sürecine emperyalist komplo olarak bakmakta ve karşı cenahta yer almaktadır. Geçmişte HDP'ye ve günümüzde DEM partiye destek veren sosyalistler ise neye nereye kadar destek vereceklerini bilememekten devlet ile pazarlık yürüten A. Öcalan'ı açıkça eleştirmeye cesaret edememekten sessiz kalmayı tercih etmektedirler. Başta DEM Parti olmak üzere Apocu Kürt hareketi ise tüm iradelerini teslim ettikleri  A. Öcalan'ın devletle neyi ne kadar konuşup hangi konuda pazarlık yaptığını tam bilememenin, Rojava'nın, hapisteki yoldaşlarının, kayyum atanmış belediyelerin geleceğini bilememenin sıkıntısını yaşıyorlar.

Sonuç olarak, türbülans devam ediyor. Bu türbülans hem Türkiye'de toplumsal bir mutabakat yaratmadığı gibi hem de orta doğuda ve dünyada uluslararası diplomatik bir mutabakat yaratamıyor. Türkiye'de toplumsal yarılma, Suriye'de ise yeni bir iç savaş kapıda. Ekonominin fecaatliği ve hızlı yoksullaşma, durdurulamayan hayat pahalılığı dikkate alındığında bu sürdürülebilir bir durum değil. Şu ana kadar Türkiye'deki devlet aklının ışıltısını Öcalan haricindeki aktörlerde göremedik. Onun devlet aklına eklemlenme çabası da Kürt halkından ne kadar destek görür o da cevabı kolay bir soru değil. Uluslararası planlara ve büyük resme bakınca mevcut aktörlerin hiç birinin yerinin sağlam olmama ihtimali var. Bir kaç yıl sonra ne içerdeki ne de dışarıdaki politik aktörlerin hiç biri yerli yerinde kalmamış olabilir.  Spekülasyon demeyin. Olmaz olmaz demeyin.     

(*) Quo Vadis (Nereye)