Gianfranco Sanguinetti’nin ardından

Radikal düşünce, en dikkat çekici seslerinden birini yitirdi. Sitüasyonist Enternasyonal’in efsanevi üyelerinden, gösteri toplumunun keskin bir eleştirmeni olan Gianfranco Sanguinetti, 4 Ekim’de Prag’da 77 yaşında hayata veda etti.

Gianfranco Sanguinetti’nin ardından
Gianfranco Sanguinetti

Erick Corrêa

Radikal düşünce, en dikkat çekici seslerinden birini yitirdi. Sitüasyonist Enternasyonal’in efsanevi üyelerinden, gösteri toplumunun keskin bir eleştirmeni olan Gianfranco Sanguinetti, 4 Ekim’de Prag’da 77 yaşında hayata veda etti.

68 kuşağının siyasal ve estetik tartışmalarına damgasını vuran bu önemli figür, yalnızca iktidarı rahatsız eden bir düşünür değil, aynı zamanda keskin zekâsı ve ince ironisiyle yazan bir edebiyatçıdır. Eserleri, hem İtalyan devletine hem de dönemin bazı devrimci hareketlerine yönelttiği eleştirilerle kendi çağını aşan bir yankı uyandırdı. Eleştirel düşünceye ödünsüz bağlılıkla geçen hayatı, Sitüasyonistlerin çözümlediği gösteri dünyasını ayakta tutan "genelleşmiş yalan"a karşı her türlü hoşgörüyü sorgulamaya devam eden bir miras bırakıyor -hem etik hem de politik açıdan.

1948’de İsviçre’de dünyaya gelen Gianfranco, İtalya’daki anti faşist direnişin etkin isimlerinden Teresa Mattei ve Bruno Sanguinetti’nin oğluydu. Pedagoji eğitimi alan annesi Teresa, 1946 yılında İtalyan Komünist Partisi (PCI) adına Kurucu Meclis’e seçilmişti. Babası Bruno, Yahudi kökenliydi ve gıda sanayiinde büyük bir işletmenin sahibinin oğluydu. Fransız edebiyatı alanında uzmanlaşmış, mühendislik ve fizik diplomalarına sahip bir entelektüeldi. Roma Antifaşist Grubu’nun kuruluşuna katkıda bulunmuş, Direniş sırasında İtalyan Komünist Partisi’nin (PCI) başlıca finansörlerinden biri haline gelmişti.

Gianfranco’nun hayatı, daha çocuk yaşlardan itibaren, Baltasar Gracián’ın sözünü ettiği o fırsat merkezine doğru, zamanın içinden değil de çevresinden ilerleyen bir rota izliyor gibiydi. Siyasal ve kültürel formasyonu, anne babasının etkin rol oynadığı antifaşist direnişin son yılları ile 1969’un “sıcak sonbaharı”nda yeniden alevlenen işçi ve öğrenci hareketleri arasında şekillendi. Bu yeni mücadele dalgası, 1919-1920 yıllarındaki “kızıl iki yıl”dan bu yana bastırılmış devrimci arzuları yeniden gün yüzüne çıkarıyordu. Ne var ki, tarihsel bir ironiyle, bu atmosfer, henüz yirmi yaşındaki Sanguinetti’yi, ailesinin kuşağını belirleyen komünist anti-faşizmle köklü bir kopuşa götürecekti.

Sitüasyonist öncesi yıllar

Gianfranco, henüz on beş yaşına bile gelmeden, sınıf mücadelesinin kendi döneminde aldığı yeni biçimlerin farkına varmıştı. Bu dönüşümler, yalnızca savaş sonrası burjuva toplumunun ve İtalyan kapitalizminin krizinden değil, esas olarak yeni bir proletaryanın ortaya çıkışından kaynaklanıyordu. Üretimle doğrudan bağı zayıf, güvencesiz ve parçalı bir yapıya sahip olan bu kesim, devrimci özne olarak sanayi işçisinin ayrıcalıklı konumunu sarsmaya başlamıştı. Böylece yalnızca işçi ve sendika hareketlerinin başını çeken komünistlerin egemenliği değil, aynı zamanda ekonomik ve siyasal mücadeleleri kültürel-toplumsal çatışmaların önüne koyan hâkim Marksist ortodoksi de sorgulanır hâle gelmişti.

Gerek burjuva, gerekse işçi sınıfına ait geleneksel değerlerin çökmekte olduğunun farkında olan Gianfranco, 1966’da Gruppo 63’ün toplantılarına katılmaya başladı. Bu grup, dilin deneysel kullanımına yönelerek, İtalyan yeni-gerçekçiliğinin akademik çerçevelerini kırmaya çalışan genç yazarlardan oluşuyordu. Aynı dönemde, ABD’de Joan Baez öncülüğündeki barış yanlısı Green Wave hareketinden, Beat kuşağı karşı-kültüründen ve Hollanda’daki Provolardan ilham alarak, bir grup genç hippiyle birlikte aynı adı taşıyan İtalyan Onda Verde (Yeşil Dalga) hareketini kurdu.

Milanolu beatnikler, gençliğe dair talepleri savunuyordu: zorunlu askerlik hizmetinin kaldırılması, kürtaj hakkı, boşanma ve eşcinsel evlilik gibi konular gündemlerindeydi. Lise düzeyinde örgütleniyor, okul işgalleri ve politik-estetik happening’ler gibi eylem biçimlerini kullanıyorlardı. 1966’nın sonuna gelindiğinde, Onda Verde ile benzer bir grup olan Mondo Beat arasında kurulan ittifak, Sitüasyonist düşünceye doğru nitelikli bir adımı temsil edecekti.

Bu grubun aynı adla yayımladığı Mondo Beat dergisinin son sayısı, İtalya'nın en büyük sol yayınevlerinden Feltrinelli tarafından basıldığında, “geri soğurma” (récupération) sirenleri çalmaya başlamıştı. Sitüasyonist Enternasyonal dergisinde geliştirilen bu kavram, öğrenci hareketlerinin dış aktörler tarafından asimile edilmesine karşı bir panzehir işlevi görüyordu.

Sitüasyonist yıllar

1967 yılında Gianfranco ve onunla birlikte hareket eden bazı liseli arkadaşları -aralarında geleceğin Sitüasyonist Enternasyonal üyeleri Claudio Pavan ve Paolo Salvadori de vardı- Milanolu akademisyen Carlo Oliva’nın girişimiyle yayımlanan S dergisi etrafında bir araya geldiler. Bu yayın, sol partilerde hâkim olan ekonomik indirgemeci Marxizmi sorgulayıp yenilemeyi amaçlıyordu. Sitüasyonist teori, İtalya’daki üniversitelere ilk kez bu dergi aracılığıyla girdi; aynı yılın sonunda Torino’da başlayıp diğer kentlere yayılan büyük üniversite işgalleri dalgasının içinde hızla yaygınlık kazandı. 1968 Mayısı'nın etkisiyle başlayan toplumsal itiraz, İtalya’da on yıl sürecek bir hareketin fitilini ateşledi ve bu süreç Fransa’da “sürünen Mayıs” (Mai rampant) olarak anılacaktı. O dönemde Sitüasyonist Enternasyonal’in dergisi, ülkede yirmiyi bile bulmayan abone sayısına sahipti; ancak düşünceleri, lise ve üniversite düzeyindeki öğrenci çevrelerinde güçlü bir etki yarattı.

1968 sonbaharının sonlarında Gianfranco’nun içinde bulunduğu grup, hem sitüasyonist teoriden hem de 20. yüzyılın ilk yarısındaki Alman-Hollanda kökenli konseyci solun -özellikle Pannekoek, Gorter ve diğerlerinin- tezlerinden güçlü biçimde etkilenmiş olan bir metin kaleme aldı: “Çürümüşlüğün ve Aşılmanın Diyalektiği” başlıklı bu analiz, öğrenci hareketine yönelik kapsamlı bir değerlendirme niteliğindeydi.

Fransa’da devrimci hareket Grenelle Anlaşmalarıyla sönümlenirken, İtalya’da durum devrimci bir krize doğru evrilmekteydi. Fransız sitüasyonistleri, Mayıs-Haziran 1968 olaylarının ardından gelecekteki mücadelelerde Enternasyonal’in rolünü ve yapısını tartışmaya koyulmuşken, Sanguinetti, Pavan ve Salvadori, örgütün Fransız seksiyonu ile -Guy Debord’un önderliğinde- temas kurdu. Böylece, yalnızca üç Milanoludan ibaret olmasına rağmen Sitüasyonist Enternasyonal’in İtalya seksiyonu kurulmuş oldu. [1]

Internazionale Situazionista dergisinin ilk ve tek sayısı Temmuz 1969’da yayımlandı. İçeriği, özellikle Guy Debord olmak üzere Fransız seksiyon üyeleri üzerinde derin bir etki bıraktı. Debord o dönemde şöyle yazmıştı: “İtalya’da Machiavelli’den bu yana bu kadar güçlü bir şey yazıldığını sanmıyorum.”

Sitüasyonist sonrası yıllara doğru

Gianfranco, İtalyan seksiyonunun genç üyeleri arasında en berrak bakışa ve en sağlam kuramsal donanıma sahip kişiydi. Bu dar ama etkili çevreye, Sitüasyonist Enternasyonal’e katılan tek Güney Amerikalı olan Venezuelalı Eduardo Rothe de dâhil olacaktı.

1968-1969 yılları arasında işçi mücadelelerinin yoğunlaşması -FIAT, Pirelli, Mirafiori’nin Oficina 32’si ve RAI’de sendika karşıtı grevlerin patlak vermesi; Milano, Caserta, Torino ve Napoli’de barikatlar kurulması; cezaevlerinde isyanlar, Battipaglia ayaklanması, Sardinya’daki sokak çatışmaları ve fabrikalarda taban komitelerinin oluşması- İtalya’da 19 Kasım 1969 için genel grev çağrısına yol açtı. Bu ortamda, İtalyan sitüasyonistler, Milano sokaklarına "İtalyan Proletaryasına Mevcut Toplumsal Devrim Olanakları Üzerine Bildiri" başlıklı bir manifesto astılar. Metin, süregiden devrimci krizin temel dinamiklerini özetliyor, sınıf mücadelesindeki çıkar dengelerini açıklıyor ve işçi konseylerinin oluşturulması çağrısında bulunuyordu.

12 Aralık 1969’da, Milano’daki Tarım Bankası’nda bir bomba patladığında, sitüasyonistler bu olayın hemen ardından saldırıyı İtalyan devletinin bir provokasyonu olarak kınadılar. Bu iddianın doğruluğu ancak 1990 yılında dönemin başbakanı Giulio Andreotti tarafından resmen kabul edilecekti. McKenzie Wark’ın da gözlemlediği gibi, o andan itibaren Sanguinetti’nin devrimci siyaset ve devletle olan deneyimi -Guy Debord’unkinden bile fazla- esas olarak polisin işleyişine dair bir deneyim hâlini aldı. Bu andan itibaren -McKenzie Wark’ın da gözlemlediği gibi- Sanguinetti’nin devrimci siyaset ve devletle olan deneyimi, Guy Debord’unkinden bile daha fazla, baskı ve gözetim aygıtı olarak esasen devletin polis-devlet işleviyle ilişkili hale geldi.

Gerçekten de Gianfranco, daha gençlik yıllarında -1972’de suikasta kurban giden Milano emniyet yetkilisi Luigi Calabresi’nin emriyle- gözaltına alınmıştı. Gözaltı nedeni, Milano’daki Kraliyet Sarayı önünde, Franco’nun bakanı Manuel Fraga Iribarne’in ziyaretine karşı 1936 İspanyol Cumhuriyeti’nin bayrağını göndere çekmesiydi.

Sanguinetti 1971’de Fransa’dan sınır dışı edildi; aynı dönemde İtalya’da hem polis kaynaklı hem de neofaşist çevrelerden gelen bir dizi provokasyonla karşı karşıya kaldı. Bu yüzden, 1972’de Guy Debord tarafından kaleme alınan ve Sitüasyonist Enternasyonal’in (IS) feshedildiğini ilan eden bildiride Gianfranco’nun adı da ortak yazar olarak yer aldı. Bu katkı Debord’ın, Milano’daki dostuna bir dayanışma ve destek işaretiydi. 1975-1976 yıllarında Sanguinetti yeniden hapsedilecek, ardından bir kez daha Fransa’dan sınır dışı edilecekti. Ancak bu kez mesele çok daha farklıydı.

Keman kutusuna gizlenen gerçek bir rapor

Mart 1975’te Gianfranco, eşi Katharine Scott’la birlikte Floransa’ya doğru yola çıkarken durduruldu ve ruhsatsız silah taşıma suçlamasıyla tutuklandı -o silahın polis tarafından araca yerleştirildiği sonradan anlaşılacaktı. Gözaltında tutulduğu dört gün boyunca, İtalyan sitüasyonistlerinin eski üyelerinin evlerinde birçok arama yapıldı. Gianfranco’nun kullandığı aracın sahibi Mario Masanzanica da “terörle mücadele” yasaları çerçevesinde gözaltına alındı. Hakkında, alışılmadık bir şekilde, Sitüasyonist Enternasyonal’in "suikastçısı" olduğu yönünde iddialar ortaya atıldı. Ancak iki ay sonra, delil yetersizliğinden serbest bırakıldı.

Bu dönem, medyanın da desteğiyle İtalyan devletinin sitüasyonistleri hem anarşist “siyah terör” hem de Kızıl Tugaylar’ın “kızıl terör”ü ile ilişkilendirmeye çalıştığı bir karalama kampanyasına sahne oluyordu. Oysa Gianfranco ve Katharine’in yanlarında taşıdığı şey bombalardan veya silahlardan daha etkili bir şeydi: "İtalya’da Kapitalizmi Kurtarmanın Son Olanakları Üzerine Gerçek Bir Rapor" başlıklı broşürün el yazması.

Gianfranco’nun 2017’de anlattığına göre, Katharine, bu metni Floransa kadın cezaevindeki aramada ele geçirilmemesi için keman kutusuna saklamıştı. Oysa yakalansalardı, metnin taşıdığı "yıkıcı" potansiyel nedeniyle, yasa dışı silah taşımaya verilecek cezanın da ötesine geçen, on iki yılı aşkın bir hapis cezasıyla karşı karşıya kalabilirlerdi. Ancak el yazması devletten korunarak Bergamo kütüphanesinde özenle hazırlandı ve tamamlandıktan sonra Gianfranco tarafından yayımlandı. Kitap, “Censor” adını taşıyan, hayali, küstah ve aşırı muhafazakâr bir burjuvanın ağzından yazılmıştı.

Amacı açıktı: İtalyan devletinin, kapitalizmi çöküşten ve işçi sınıfı isyanlarından kurtarmak için teröre başvurmakta nasıl çıkarı olduğunu göstermek. Aynı zamanda metin, Piazza Fontana katliamına dair soruşturmalar sırasında yapılan polis ve yargı hatalarını eleştiriyor, Hristiyan Demokrat liderlere, komünistlerin işçi sınıfını denetleme konusundaki tarihsel deneyiminden nasıl yararlanabileceklerine dair ironik “öğütler” veriyordu.

Devleti kendi silahıyla vurmak

Bu broşür, Guy Debord’un Fransızcaya çevirdiği bir metin olarak onunla ortaklaşa tasarlanmıştı. Gianfranco burada, 1841 yılında Bruno Bauer ve Karl Marx’ın sağ Hegelciliğe karşı kullandığı bir yöntemi yeniden devreye soktu: "provokatörlerden oluşan bir devleti provoke etmek."

Tıpkı Bauer ve Marx gibi, Sanguinetti ve Debord da ironiyi ve teşhir edici bir dili kullanarak egemen ideolojilerin toplumsal gerçekliği nasıl maskelediğini ortaya koyuyordu. O dönemde Marx ve Bauer, sağ Hegelciliğin düşünsel sistemini, ideolojik bir aygıt olarak işlev gördüğü için eleştiriyorlardı. Sanguinetti ve Debord ise, İtalyan seçkinlerinin ikiyüzlülüğünü gözler önüne sermek için ironiyi stratejik bir silaha dönüştürmüştü. Broşür, özellikle hayali yazar Censor’un ithaf ettiği "hümanist bankacı" Raffaele Mattioli figürüyle, kapitalizmin baskıcı gerçeği ile onun yaldızlı, insancıl yüzü arasındaki keskin çelişkiyi simgeler hâle gelmişti.

1975’in Aralık ayında, Gianfranco bütün İtalyan basınını -broşürü gerçek sanarak manşetlerine taşıyan gazetelerden televizyonlara kadar- kandırdıktan sonra, kamuoyuna Censor adlı kişinin hiç var olmadığını duyurdu. Bu çıkışın asıl amacı, devlet terörünün kullandığı sahneleme yöntemleriyle halkı nasıl kolayca kandırabileceğini, deneysel ve mantıksal bir biçimde gözler önüne sermekti. Gianfranco bu amaçla düşmanın yöntemlerini tersine çevirerek kullanmış, "konuşulamaz olanı söyleyebilmek" için sahte bir kimliğin ardına gizlenmişti. Bu sahtekârlığı ifşa ettiğinde ise, bu kez de devletin sahtekârlık uzmanlarını kandırmış, onların kendi silahlarıyla itibarsızlaşmasına neden olmuştu. Bu çıkış, halkın gözünde resmî kurumlara olan güveni daha da zayıflatacaktı.

Le Monde'da yarım sayfa

Bu olaydan kısa bir süre sonra, Gianfranco bir gece treniyle İtalya’ya dönerken sınır görevlileri tarafından tanındı ve Fransa’dan ikinci kez sınır dışı edildi. Bu durum, Debord’un büyük öfkesine yol açtı. Bunun üzerine, Debord, yakın dostuna, Champ Libre yayınevinin sahibi Gérard Lebovici aracılığıyla Le Monde gazetesinde yarım sayfa ilan satın almasını önerdi. 24 Şubat 1976 tarihinde yayımlanan bu ilan, Sanguinetti’ye açık bir destek bildirisi içeriyordu.

André Breton’un "Swiftvari" olarak tanımlayacağı, yani okuyanı güldürürken kendisi gülmeyen bir mizah anlayışıyla kaleme alınmış bu bildiri, Debord’un, Sitüasyonist Enternasyonal’in dağılmasından sonra sitüasyonist kuram için yeni bir eylem sahası arayışının bir parçasıydı. Aynı zamanda, modern anti-reklamcılığın öncülerinden biri sayılabilecek bu çıkış, post- sitüasyonist bir stratejiye işaret ediyordu: gösteri toplumunun silahlarını bizzat gösteriye karşı kullanmak.

Ve dostlukta açılan çatlak

Tam da bu yıllarda, İtalya’da Sitüasyonist Enternasyonal’in düşünsel mirası, Gianfranco ile Debord arasındaki stratejik ortaklık sayesinde en yoğun etkisini göstermeye başladı. Debord, bu dostluğu sıklıkla Marx ile Engels’in dostluğuna benzetir, kendisini Marx, Gianfranco’yu ise "zengin dost" Engels olarak görürdü. Ancak bu dostluk, Sitüasyonist Enternasyonal’in dağılmasından sonra bir süre daha devam etse de, sonunda Debord’un Sanguinetti’ye karşı yürüttüğü bir karalama kampanyasıyla gittikçe zedelenmeye başladı.

Kırılmanın eşiği

1979 yılında hem Debord hem de Sanguinetti, İtalya’daki siyasi durum üzerine analizlerini yayımladılar. Her ikisi de bu yazılarında, özellikle Kızıl Tugaylar’ın eylemleriyle ve Hristiyan Demokrat Parti lideri Başbakan Aldo Moro’nun kaçırılıp öldürülmesiyle doruğa ulaşan terörizm meselesini ele alıyordu. Debord, eski yoldaşı Gianfranco’nun bu olay sırasında -henüz Moro hayattayken- kendi tezlerini İtalya’da yayımlamasını istiyordu. Amaç, Kızıl Tugaylar’ın devletin istihbarat servisleri tarafından manipüle edildiğini kamuoyuna göstermekti. Ancak Sanguinetti, bu adımı olay tamamlandıktan sonra, yani Debord’un Fransa’da kendi tezlerini yayımlamasından beş ay sonra attı. Üstelik Debord’un metninde, 1977 hareketine ya da Sanguinetti’nin 1975’te yazdığı Rapportoya dair hiçbir gönderme yoktu. [2]

Bu olaydan sonra Debord, sadece ilişkilerini koparmakla kalmadı; Gianfranco hakkında şüphe ve ithamlar yaymaya başladı. Eski dostunun bu çağrıya uymamış olmasını, onun avukatının etkisiyle açıkladı -ki bu kişi, Debord’un öteden beri kuşkuyla yaklaştığı biriydi.
Elinde hiçbir kanıt olmaksızın, Batı Avrupa’daki çevirmenlere ve yayınevlerine bu avukatın devletin ajanı olabileceğini ima etti. Sanguinetti ise, 2012 yılının Kasım ayında, Tunuslu sitüasyonist Mustafa Hayati'ye yazdığı bir mektupta bu tartışma hakkında ilk kez açıkça konuştu.

Censor’un ardındaki figür: Ariberto Mignoli

Sanguinetti, o mektubunda tartışmaların merkezindeki ismi ifşa etti: Ariberto Mignoli, (namıdiğer “Doge”). Mignoli, şirketler hukuku ve büyük mali işlemler konusunda uzmanlaşmış bir İtalyan hukukçu ve üniversite profesörüydü. Klasik (ölü) dillerin yanı sıra birçok modern Avrupa dilini de bilen, geniş bir edebiyat birikimine ve olağanüstü bir hafızaya sahip, entelektüel bir figürdü. Dürüstlüğüyle tanınır, devlete ve egemen sınıflara karşı eleştirel bir tutum taşırdı. Her ne kadar geleneksel anlamda bir devrimci olmasa da, hiçbir zaman konformist olmamıştı.

Sanguinetti, onu 1971 yılında, tamamen kişisel nedenlerle, “yolsuzluğa bulaşmamış bir avukat” olarak tutmuştu. Ancak Mignoli, zamanla Censor operasyonunun kilit isimlerinden biri hâline geldi. Broşürün özel baskı yapılmasını önerdi: kaliteli kâğıda, sert kapaklı ve sınırlı sayıda. Kime gönderileceği konusundaki listeyi bile kendisi oluşturdu -bu listede Papa VI. Paul dahi yer alıyordu. Daha sonra, Gianfranco’ya yönelik polis ve yargı takibatlarında da onu defalarca savundu, birçok hukuki tuzaktan kurtulmasına yardımcı oldu.

Sanguinetti’ye göre, Censor karakteri, hem Debord’dan hem de Mignoli’den izler taşıyan bir figürdü. Ama bir farkla: Kropotkin’in "soylu devrimci" kimliğinin tam tersine, bu karakter bir "devrimci soyluydu" -asalet doğuştan değil, bilinçle kazanılmıştı.

Sanguinetti, Debord’un Mignoli’ye dair kuşkularını, alaycı ve küçümseyici bir dille yanıtladı: Bu tür suçlamaların gerçeklikten kopuk, dayanaksız ve Debord’un Sitüasyonist Enternasyonal’in dağılmasından sonraki paranoyak çöküşünün bir yansıması olduğunu söyledi. Mignoli’nin bir devlet ajanı olabileceği iddiasını kesin bir dille reddetti ve onu “dürüst, erdemli, zeki, eşsiz derecede kültürlü ve hiçbir şekilde manipüle edilemeyecek bir insan” olarak tanımladı: “Debord’un sarhoşluk ve hezeyan içinde ‘gizli ajan’ diye damgaladığı bu adam, aslında tanıdığım en açık yürekli ve soylu insandı. Satılık olmayan, özgür düşünen bir avukat. Debord’un büyüyen paranoyası içinde onu bir casus olarak görmesi, yalnızca içine düştüğü zihinsel ve ahlaki çöküşün kanıtıdır.” Bir başka yerde de, ince bir alayla şöyle der: “Eğer Mignoli gerçekten bir ajansa, o hâlde İtalyan istihbaratının tarihini yeniden yazmamız gerekir -çünkü bu kadar bilge, cömert ve paraya zerre ilgi duymayan bir casus yer yüzünde görülmemiştir.”

1977 ve sonrası

Gianfranco, henüz 28 yaşındayken, 1977 hareketi içinde aktif rol aldı. Roma ve Bologna’daki olaylara doğrudan tanık oldu, bu hareketin uğradığı devlet şiddetiyle bastırılma sürecini yaşadı. 1975 tarihli Rapporto ile başlattığı ideolojik maskeleri ifşa etme çabasını sürdürdü ve 1979’da Del Terrorismo e dello Stato (Terörizm ve Devlet Üzerine) adlı eseri yayımladı: Bu kitapta, ilk kez açıkça devlet aygıtlarının sahte bayrak operasyonlarıyla (false flag) terörizmi kullandığını ortaya koydu. Özellikle İtalya'da, 1969 ve 1977'deki radikal toplumsal hareketleri bastırmak amacıyla bu yöntemin nasıl işlediğini belgeledi. Bu eser, 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından ABD’de yeniden yayımlandı. Kitap, "teröre karşı savaş" adı altında yürütülen yeni dünya düzeninin çalışma biçimlerine dair öngörülü bir kuramsal metin olarak değerlendirildi.

Son yıllar

Komplo teorilerini bir kenara bırakırsak, Soğuk Savaş’ın son yıllarında -1989 ile 1991 arasında- Gianfranco, Rusya, Litvanya ve Çek Cumhuriyeti’nde bağımsız araştırmalar yürüttü. Ardından Prag’a yerleşti ve yaşamının sonuna dek burada ikamet etti. Sık sık Paris’e (Allia yayınevinde dostu Gérard Bérreby ile birlikte çalışmak üzere) ve Toskana bölgesine (ailesine ait kırsal mülkleri yönetmek amacıyla) seyahat ediyordu.

Kamusal alandaki on yıllık bir suskunluğun ardından Sanguinetti, Avrupa’nın alternatif basınında tekrar siyasi denemeler yayımlamaya başladı. Bu metinlerde, yeni bir egemenlik biçiminin -“Batı Despotizmi”nin- yükselişini teşhir ediyordu. Bu kavram, 1950’lerin sonunda Alman kuramcı Karl August Wittfogel’in çözümlediği eski “Doğu Despotizmi”ne karşılık geliyordu. Sanguinetti’ye göre bu yeni despotizm, Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle ve Batı’daki hukuk devletinin ölümüyle aynı anda doğdu. Bu dönüşüm sürekli ve yaygın bir olağanüstü hâl rejimi doğurdu; sessiz darbelerin çoğalması, toplumsal mücadelelerin içerden sızma ve ortaklaştırma yoluyla etkisizleştirilmesi, hukukî ve siyasî yollarla güya “demokratik” hükümetlerin istikrarsızlaştırılması ya da yerlerine otoriter rejimlerin getirilmesi gibi yöntemlerle kendini gösterdi.

Bir tarihin orgazmı

2017 yılında Gianfranco, Roma’daki Trastevere Müzesi’nde düzenlenen büyük bir sergiye katıldı: “77”. Bu vesileyle, aynı yıl Tano D’Amico, Pablo Echaurren ve Claudia Salaris gibi isimlerin katkısıyla yayımlanan Il Piombo e le Rose (Kurşun ve Güller) adlı kitaba, açılış yazısı olan “Un Orgasmo della Storia : il 1977 in Italia” başlıklı bir makaleyle katkı sundu. Bu metin önemli otobiyografik ayrıntılar içermesi bakımından, Gianfranco’nun “yaşam-eser” olarak adlandırılabilecek bütünlüklü deneyimini merak edenler için özellikle dikkat çekicidir. Bu “yaşam-eser” terimi, yaşanmış deneyimin yaratım alanına taşınması, bu yaratımın bir esere dönüşmesi ve bu eserin de kendi başına yeni yaşam formlarını ortaya çıkarması anlamına gelir. Bu bağlamda, Sanguinetti’yi günümüz prankster (şaka-aktivisti) ya da kültürel jamming (parazit yayma) kültürlerinin öncülerinden biri olarak da değerlendirmek mümkündür.

Yes Men ve kimlik hırsızlığı olarak direniş

Censor Operasyonu’ndan kısa bir süre sonra, Pier Franco Ghisleni, İtalyan Komünist Partisi Genel Sekreteri Enrico Berlinguer’in sahte imzasıyla Einaudi Yayınevi’nden çıkmış gibi görünen bir baskısını yayımladı. Aynı dönemde Il Male dergisinin editör ekibi, Corriere della Sera gibi tanınmış gazetelerin sahte versiyonlarını yayımlayarak ülke çapında dağıttı.

Gianfranco, hayatında sadece iki kez röportaj vermişti. Bunlardan ilki yayımlanmış, ikincisi ise hâlâ yayımlanmamış durumda. İşte bu ikinci ve son röportajında, Paris’te birkaç kez görüştüğü Jacques Servin’den (namıdiğer Andy Bichlbaum, Yes Men adlı Amerikalı aktivist grubun üyesi) bahseder. Servin, Gianfranco’ya, Censor Operasyonu’nun, filmlerine ve “kimlik düzeltmesi” adını verdikleri performanslarına ilham kaynağı olduğunu doğrulamıştır.

Sanguinetti ise bu tarz müdahaleleri “yıkıcı bir sahtekârlık” olarak adlandırıyordu. Bu tür aktivizmi, çağdaş “hibrit mücadelelerin” ve “asimetrik savaşların” bir uzantısı olarak gören Sanguinetti şöyle diyordu: “Saygın ve toplumca meşrulaştırılmış bir kimliği gasbedip, ardından bu kimliğe, söylenemez gerçek şeyleri söyletmek suretiyle egemenlerin ağzından skandal yaratacak kadar açık hakikatler dile getirilmiş olur. Bu da tıpkı Jonathan Swift’in yaptığı gibi: İrlanda’daki yoksulluk sorununu çözmek için, 'fakir çocukları pişirip yemeyi' önerdiği zaman nasıl sarsıcı bir hakikati çarpıcı bir maskeyle dile getirdiyse, biz de aynısını yapıyoruz.”

Unutulma tehdidi altında bir miras

Walter Benjamin için kaleme aldığı bir yazıda, Hannah Arendt, sınıflandırılamayan insanların kaderinin “ölümden sonra gelen bir ün” olduğunu belirtmişti. Ancak Gianfranco Sanguinetti için böyle bir garanti söz konusu değil. Onun kişisel arşivleri bugün ABD’nin Yale Üniversitesi bünyesindeki Beinecke Nadir Kitap ve Elyazmaları Kütüphanesi'nde muhafaza ediliyor -ki bu ülke, onun son yıllarında teşhir ettiği Batı despotizminin örnek modeli olarak dikkat çekiyordu. Bu durum, gösteri toplumu perspektifinde yer alan araştırmacıların, bu uluslararası başkaldırı hazinesine erişimini zorlaştırıyor. Sanguinetti’nin anısını yaşatmanın iyi bir yolu, arşivlerine erişimi genişletmenin yollarını bulmak olurdu. Ama bugün bunun tam tersi yaşanıyor: Bağımsız araştırmacılara verilen burslar azaltılıyor, yabancı akademisyenlere yönelik vize kısıtlamaları artıyor. Haliyle şu soru ortada kalıyor: Bu arşivlere nasıl erişilebilir?

Miras değil ipucu bırakan bir hayat

Sanguinetti’nin entelektüel ve politik biyografisi, bize ne kesin yanıtlar sunar ne de izlenecek modeller önerir. Onun bıraktığı şey, sadece bazı izler, şifreler ve olabildiğince özgürleştirici bilmecelerdir. Gerisi, mirasçılara ya da ardıllara gerek kalmadan hareket edecek olanlara kalır. Onun mottosu şuydu: Dissimilivm infida societas,“ Benzeşmeyenlerin sadakatsiz ortaklığı”.

[1] Sitüasyonist Enternasyonal’in (IS) 27 Temmuz 1957’de İtalya’da  -Cosio d’Arroscia Konferansı’nda- kurulduğunu hatırlatmak gerekir. Hareket, daha en başından, “endüstriyel resim”in mucidi olan İtalyan avangard sanatçı Pinot-Gallizio’nun varlığıyla güç kazanmıştı. Ancak Gallizio sanat anlayışına yönelik iç tartışmalar nedeniyle Haziran 1960’ta örgütten ihraç edildi. Bkz. Jean-François Martos, Histoire de l’Internationale Situationniste, Paris, Ivrea, 1995.

[2] [Yayıncı notu]: Artık kesin olarak biliniyor ki, İtalya'da gerçekleştirilen bazı saldırılar -özellikle Piazza Fontana saldırısı- anarşistleri ve devrimcileri suçlamak amacıyla düzenlenmiş, "sahte bayrak" (false flag) operasyonlarıydı. Ancak, Kızıl Tugaylar’a ilişkin, Guy Debord ve Gianfranco Sanguinetti tarafından sıkça dile getirilen ve bu örgütün çeşitli ülkelerin gizli servisleri tarafından manipüle edildiği yönündeki söylentiler, bu olayların bizzat içinde yer almış kişiler tarafından her zaman sert biçimde reddedilmiştir.
Kızıl Tugaylar’ın savunduğu siyasi tezlere yönelik tüm antipatiye rağmen, bugüne dek bu tür suçlamaları destekleyecek ne somut bir kanıt, ne de inandırıcı bir argüman ortaya konulabilmiştir. Yine de bu iddialar iştahla yayılmaya devam etmiştir.

Kaynak: https://lundi.am/Hurlements-en-faveur-de-Sanguinetti

Çeviri: Admin (DeepL himmetiyle)