1. En temel biçimiyle tarif edecek olursak ilkelcilik; teknoloji ve uygarlığın (tarım, şehirleşme, endüstriyelleşme vs.) kaçınılmaz olarak yabancılaşma, tahakküm ve ekolojik yıkım yarattığını savunan, bu nedenle "ilkel" avcı-toplayıcı yaşam tarzına dönüşü idealize eden bir ideolojidir.
2. İlkelci arzuların, tarih boyunca birçok farklı ideoloji içerisinde nüvelendiğini görmek mümkündür. Bunlardan birisini felsefi romantizm olarak adlandırabiliriz. Bu çerçevede ilkelcilik, "asil vahşi" miti üzerinden idealize edilmekte ve arzulanmaktadır. Bu mit, tarih boyunca modern uygarlığın getirdiği bozulmaya karşı felsefi bir argüman olarak işlev görmüştür. Asil vahşi, uygarlık tarafından bozulmamış varsayılan, "doğa durumu"nda yaşayan insanı temsil eder. Bu insan, özel mülkiyet, hiyerarşi, toplumsal kıskançlık veya yapay ahlak kuralları tarafından henüz kirletilmemiştir. Onun mutluluğu, ihtiyaçlarının azlığından ve doğayla doğrudan, aracısız bir ilişki kurmasından kaynaklanır. Bu romantik bakış açısının merkezinde, uygarlığın insanı doğal masumiyetinden ve özgürlüğünden kopardığı fikri yer alır. Özellikle Jean-Jacques Rousseau'nun "İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı" eserinde vurguladığı gibi, özel mülkiyet, iş bölümü, bilim ve sanatlar, insanı doğadan uzaklaştırmış, onu başkalarının gözüne bağımlı hale getirmiş, toplumsal eşitsizliği ve tahakkümü yaratmıştır. Rousseau'nun, "Toplum Sözleşmesi" kitabındaki ünlü sözü "İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur" bu durumu özetlemektedir. İlkelciliğin bu romantik varyantında asil vahşi, mutlaka geri dönülmesi gereken somut bir tarihi gerçeklikten ziyade, modern toplumun eleştirisi için kullanılan güçlü bir felsefi araçtır. Uygarlığın kaybettirdiklerini (otantiklik, özerklik, doğayla uyum, masumiyet vb.) göstermek için kullanılan bir ayna işlevi görür. Bu akım, aynı zamanda Sanayi Devrimi'nin ve Aydınlanma'nın soğuk rasyonalizmine bir tepkidir. Asil vahşinin saf duygularını ve içgüdülerini, uygarlığın hesapçı, yapay ve yozlaşmış aklına ahlaki olarak üstün görür.
3. İlkelciliğin bir başka yansıması da, muhafazakar fikriyatın bazı varyantlarında kendisine yer bulmuştur. Burada ilkelciliğe duyulan arzu, modernitenin getirdiği toplumsal değişime (feminizm, küreselleşme, bireycilik vb.) karşı bir direnişe dönüşür. "Kökene dönüş" talebi, geleneksel, (genellikle ataerkil ve hiyerarşik) bir toplum düzenine ve doğal olduğu iddia edilen rollere geri dönme çağrısıdır. Bu muhafazakar bağlamda, "doğal" olan şey, avcı-toplayıcının devletsiz ve bireysel özgürlüğü değil, tam aksine, "organik" veya "tanrı vergisi" olduğuna inanılan toplumsal hiyerarşidir. Buradaki arzu, Endüstri Devrimi öncesinin "ahlaklı" ve "düzenli" tarım toplumuna duyulan bir nostaljidir.
4. İlkelci arzunun en tehlikeli formu ise eko-faşizm ve onu merkezine alan faşist ve totaliter ideolojilerde yankı bulmaktadır. Eko-faşizm, çevresel ve ekolojik kaygıları faşizmin otoriter, totaliter, milliyetçi ve ırkçı ideolojileriyle birleştiren politik bir ideolojidir. Bu tutumun en iyi örneklerinden birisi Nazizm'de görülmektedir. Bir Nazi doktrini olan "Kan ve Toprak" saf bir ırkın ancak kendi ata toprağı ile organik bir bağ kurarak doğal potansiyeline ulaşabileceğini savunur. Şehirleşme, endüstrileşme ve kozmopolit fikirler, bu doğal bağı bozan yozlaşmalar olarak görülür. İdealize edilen şey, ırksal olarak saf, kırsal ve hiyerarşik bir topluluktur. Eko-faşizm, zamanla çağdaş yorumlar da kazanmıştır. Güncel yorumlarında bu düşünce, ekolojik krizi (iklim değişikliği, kaynakların tükenmesi vs.) bir doğal seçilim fırsatı olarak görür. İnsanlığın doğanın kanseri olduğunu ve gezegenin kurtarılması için gereksiz addedilen nüfusların (genellikle Üçüncü Dünya halkları, engelliler veya verimsiz kabul edilen gruplar) feda edilmesi gerektiğini savunur. Burada ilkelci doğal yaşam ideali, güçlünün hayatta kalması ilkesini dayatacak otoriter bir devlet ve kitlesel öjeni politikaları için bir gerekçeye dönüştürülür.
5. İlkelci düşüncenin en radikal, en politik ve günümüzde en çok tartışılan formu ise anarko-primitivizm (ilkelci anarşizm) olarak karşımıza çıkar. Bu haliyle ilkelcilik, önceki maddelerde belirtilen romantik, muhafazakar ve faşist yorumlardan keskin bir şekilde ayrılır. İlkelci anarşizme göre sadece endüstriyel formu değil, bizzat uygarlığın kendisi hiyerarşinin, devletin ve tahakkümün nihai kaynağıdır. İnsanlığın düşüşü sanayi devrimi ile değil, yaklaşık onbin yıl önce avcı-toplayıcı yaşam tarzından tarıma geçişle başlamıştır. Tarım özel mülkiyetin, dolayısıyla iş bölümü ve toplumsal sınıfların ve devletin doğuşuna sebebiyet vermiştir. İlkelci anarşist John Zerzan'ın kilit kavramlarından birisi "evcilleştirme" olmuştur. Bu teze göre, biz sadece bitkileri ve hayvanları evcilleştirmedik, bu süreçte kendimizi de evcilleştirdik. Doğadan koptuk, kendimizi rutinlere, takvimlere ve hiyerarşik yapılara hapsettik. Zerzan, bundan da ileriye gider ve dil, yazı, sanat, zaman algısı ve hatta sayıları bile, dünyayla doğrudan, aracısız bir deneyim yaşamamızı engelleyen, bizi yabancılaştıran ve dünyayı kontrol edilebilir nesnelere indirgeyen sembolik sistemler olarak eleştirir.
../...