CHP, CHP'ye karşı

Bugün, “cumhuriyeti biz kurduk, sahibi biziz” ezberine dayanan siyaset, ancak orta yaş üstü ulusalcı-statükocu kuşağın duygularına hitap edebiliyor. “Şanlı geçmiş” hamasetine yaslanan bu retorik genç kuşakların, emekçilerin, kadınların ve dışlanmış grupların talepleriyle buluşamaz.

CHP, CHP'ye karşı

CHP’ye bağlı belediyelere yönelik operasyonlar artarak devam ediyor. Görevden almalar, kayyımlar ve yargı baskısı, parti yönetimini ve kitlesini sokağa çıkmaya zorladı. Parti ise bu baskılara periyodik mitinglerle yanıt veriyor. Oysa CHP’nin miting süreci esasen erken seçim talebiyle başlamıştı. Bu talep hâlâ masada, ancak son günlerde daha temkinli bir üslupla dile getiriliyor. Genel Başkan Özgür Özel her fırsatta “hazırız” dese de, akıllardaki asıl soru şu: CHP gerçekten kazanabileceği bir erken seçime hazır mı? Ve bir adayı var mı?

Bugün muhalefet açısından en kritik mesele, adayın kim olacağı değil, o adayın arkasında nasıl bir muhalefet hattının kurulacağıdır. İmamoğlu sahneden çekildi ya da çekilmek zorunda bırakıldı. Hem kendi açıklamaları hem de parti içinden yapılan açıklamalar, başka bir adayın gündeme gelebileceğini gösteriyor. Bu durumda gözler doğal olarak Mansur Yavaş’a çevriliyor. Ancak sorulması gereken soru sadece “aday kim” değil: Mansur Yavaş, hangi CHP’nin adayı olacak? Çünkü, sadece kulislerde, parti lokallerinde değil, sokakta da karşı karşıya gelen, iki, belki üç CHP var.

Mansur Yavaş’ın milliyetçi-ülkücü kimliği, CHP’nin hangi kanadına yaslanırsa yaslansın, aslında onu İYİ Parti veya Zafer Partisi’nin adayıymış gibi gösterir. Bu da, özellikle Kürt seçmenin desteğini almayı zorlaştıran bir olgu. Beri yandan, barış süreci ve anayasal düzenleme ihtimali, DEM’i muhalefet bloğundan uzaklaştırmış durumda. Bu koşullarda, CHP’nin kimi aday gösterdiği kadar, o adayın hangi toplumsal kesimlerle bağ kurabileceği de belirleyici olacak.

Erken seçim ihtimalinin gündeme gelmesiyle birlikte, iktidarın elindeki bütün kozları masaya süreceği öngörülebilir. Seçim sadece bir oylama süreci olmayacak; medya, yargı, güvenlik bürokrasisi ve ekonomik denge araçları üzerinden sürdürülecek bir mücadeleye dönüşecek. Bu tablo karşısında, muhalefet için seçim kazanmak bir yana, siyaset sahnesinde kalabilmek bile başlı başına bir başarı sayılabilir.

Gerçek şu ki, cumhuriyetin kurucu partisi olarak CHP tarihsel misyonunu çoktan tamamladı. “Cumhuriyeti biz kurduk, sahibi biziz” ezberine dayanan siyaset, artık sadece orta yaş üstü ulusalcı-statükocu kuşağın duygularına hitap edebiliyor. “Şanlı geçmiş” hamasetine yaslanan bu retorik genç kuşakların, emekçilerin, kadınların ve dışlanmış grupların talepleriyle buluşamaz. Kurucu parti olmak, artık tek başına siyasi bir vizyon sunmuyor.

Peki, CHP’nin bu “devlet partisi” anlayışından sıyrılıp sosyal demokrat bir çizgiye yönelmesi mümkün mü? Eğer sosyal demokrasi sadece ekonomi-politikten ibaret olsaydı, belki mümkün olabilirdi. Toplumsal eşitlik, herkes için özgürlük, çoğulculuk ve sosyal adalet gibi değerleri vazgeçilmez ilkeler olarak benimseyip pratiğe geçirmesi gerekir. Bunun için de CHP'nin yeni bir yön tayinine, yapısal ve zihinsel dönüşüme ihtiyacı var.

Ancak, bu radikal dönüşümün önündeki temel engellerden biri de Kürt sorunudur. CHP’nin siyasi ve pratik anlamıyla gerçek sosyal demokrasiye evrilebilmesi, bu sorunu güvenlik ekseninden çıkarıp özerk/federatif yapıları tanıyacak bir demokratik perspektifi benimsemesine bağlı. Elbette bu riskli bir hamle. Kitlesel kopuşları göze almadan bu adımı atamaz. Atabilirse, “millet ittifakı” gibi suya-sabuna dokunmayan geçici çözümler yerine, tutarlı, radikal bir muhalefet odağı haline gelebilir.

Belki de asıl mesele tam burada yatıyor: CHP'nin önünde iki yol var. Ya geçmişin hatırasına tutunmaya devam edecek ya da radikal bir yenilenmeyi göze alarak, hem kendini hem de muhalefeti yeniden kuracak. Seçim kazanmak, bu uzun vadeli dönüşümün bir sonucu olabilir.