Anti semitizm hayaleti İsrail'i korur mu?
İsrail’in kuruluşu ve Filistin’in kolonize edilmesi hiçbir zaman Yahudiler ile Filistinliler arasındaki basit bir çatışma olmamıştı halen de öyle değildir. ABD’nin ve Batı Bloğunun Siyonizme verdiği siyasi, askeri ve stratejik destek sona ermediği sürece Filistin’de ve orta doğuda kan akmaya devam edecek gibi görünüyor. Ancak savaş sertleştikçe, soykırımlar hayasızca devam ettikçe ortada apaçık duran etnik temizliği dünyanın sıradan insanlarının gözünden saklamak daha olanaksız hale geliyor. Onlarca yıl Filistin’e karşı anlatılan “anti semitizm”, “mağdur Yahudi halkı” vb. kurgulanmış hikayeleri dinleyerek sessiz kalan batılı dünyanın vicdanlı insanları artık eskisi gibi ikna edilemiyorlar. Uluslar arası Savaş Suçları Mahkemesi daha önce hayal bile edemeyeceğimiz kararlar alıyor. Siyonist İsrail yönetiminin militarist tutumu sertleşirken İsrail içinde Siyonist olmayan muhalefetin direnişi de sertleşiyor. Sözün kısası hiçbir şey artık eskisi gibi değil. Neler olacağını yaşayarak göreceğiz.
Besim Erarslan
Siyonizm bahsine girmeden önce Siyonist ideolojinin üzerinde tepe tepe kullandığı netameli iki konu var. Bunlardan birincisi olan “Yahudi dininin sadece Yahudi kavmi için gönderilmiş olmasından” söz etmemek bu girizgahı eksik bırakırdı. Aslına bakarsanız bu konu kendi başına pek netameli de sayılmaz, zira dinler tarihine baktığınızda çok tanrılı dinler dahil tek tanrılı dinlere gelinceye kadar bütün dinlerin ortaya çıkış nedeni o coğrafyada yaşayan kavimlerin kendi içinde birliğini sağlamaktı. Yani tüm dinlerin kardeşlik söylemlerinin altında dış etkilere ve diğer kavimlerin inançlarına karşı kendi kavimlerini tek inanç altında toplamak ve böylece kavmin dirliğini koruyabilmekti. Tek tanrılı dinlerin ilki olarak bilinen Yahudilik bu bakımdan başarılı olmuş nihayetinde bu kavmi nitelemekte kullanılarak zamanla onlara ad olmuştur. Tabi buraya kadar olan kısımda başka kavimlere hükmetmeye çalışmadıkça diğer kavimler ya da topluluklar açısından bir sorun yok. Ancak Yahudi inancında hikaye öyle anlatılmayıp Yahudilerin Tanrı tarafından diğer kavimlere hükmetmek için seçilmiş bir kavim oldukları ve Filistin diyarının onlara Tanrı tarafından vaat edilmiş bir toprak olduğu anlatısı da işin içine girince konu iyice çetrefilleşiyor.
Aslında hikayenin kuruluş şekline biraz analitik bakarsanız burada pazarlıkçı bir inanış olan Yahudilik’te İbrahim peygamberin Tanrı ile ona yapacağı hizmetlerin karşılığında pazarlık yapması sırasında o zaman adı Kenan olan şimdiki Filistin’i istemesi ve Tanrının da ona bu hizmetler karşılığında Kenan’ı koşullu olarak armağan etmesi hikayesi bile çok şey anlatır. Bu konuların geçtiği antik çağda Kenan Yurdu denizci bir halk olan Fenikeliler tarafından Akdeniz’de ticaretin merkezi olarak zenginlikler içinde yıldız gibi parlıyordu. Kenan Yurdu çok daha eski metinlerde adı geçiyor olsa da Fenikelilerin Girit’ten gelerek M.Ö. 15 y.y. civarında burayı kalkındırdıkları doğrudur, zaten hem el sanatları, hem ticaret açısından bu kadar gelişmiş olmaları Girit Mikonos Uygarlığı ile Yunanlıların tabiriyle Fenikeliler arasında bir süreğenlik ilişkisi olduğunu göstermeye yeter. Ancak Yunanlıların Fenikeliler dedikleri kendilerini Kenaniler ya da Kenanlılar olarak görüyorlardı. Kenanlıların çeşitli kaynaklarda M.Ö. 3000’den önce Arap yarımadasından, Filistin’e kadar geniş bir coğrafyada adının geçmesine bakarak o tarihlerde Kenanlıların yerleşik ve kozmopolit bir halk olduklarını söylemek yanlış olmaz. Bu, Kenan ülkesinin etnik olarak Grek ya da Aryen göçleri almış olmakla birlikte daha çok Sami ağırlıklı olduğuna dair bir gösterge olarak da kabul edilebilir. Fenikeliler endüstriyel cam, çanak, çömlek üretimi, kereste ve şarap ticareti ile oldukça zenginleşmişlerdi. M.Ö. 12. Yüzyılda Mısır’dan çıkış ile birlikte Kenan bölgesine önemli bir Yahudi göçü olduğu anlaşılıyor. Bundan öncesinde Yahudilerin tarih sahnesinde Yahudi olarak anılmadan önce Mezopotamya, Kenan, Etyopya, Aşağı Mısır vb. geniş bir coğrafyada yaşadığı çeşitli kaynaklarda anlatılıyor. Yani Yahudilerin ilk ortaya çıkışı Tevrat’ta anlatılan İbrahim Peygambere dayandırılsa da M.Ö. 11. Yüzyıldaki Davut’un Krallığına kadar siyasal, ekonomik ya da ticari yaşamda kayda değer bir varlık göstermiş değillerdi. Yahudi kabileler göç ile Kenan Diyarı’nın gelişmiş kıyı kesimlerinden çok daha ıssız kıraç kesimlerinde yaşayan, hayvancılıkla geçinen göçebe ve dağınık topluluklardı. İbrahim Peygamberin adından gelen İbraniliğin de göçebe anlamına gelen İbran sözcüğünden geldiği söylenir. Göçebelikten yerleşik hayata geçmeye çalışan ve büyük çaplı ticaret yapmak isteyen Yahudi elitleri için muhtemelen o dönemin limanları ve gelişmiş ticaret hayatı ile uygarlık merkezi olan kozmopolit Kenan’ın iştah kabartıcı bir ödül olarak Tanrı tarafından Ur şehrinde yaşayan İbrahim Peygambere kavmi için teklif edilmiş olması şaşırtıcı olmamalıydı.
Tevrat’ta anlatılan ve İbrahim Peygamber’in doğduğu Ur şehrinin Basra körfezi yakınlarında bugünkü Güney Irak’ta bir yer olduğuna bakılırsa İbrahim Peygamber’in Basra körfezindeki bir liman şehri yerine kendi yaşadığı yerin neredeyse binlerce km. batısında kalan zenginlik ve gelişmiş ticari hayatıyla Akdeniz’in gözdesi bir coğrafya olan Fenikelilerin Kenan Ülkesini Tanrı ile anlaşmasına bir vaad olarak koydurması konunun etnik köken ya da kutsal inançlarla bağlantılı olmaktan çok ticaret ve politika ile ilgili olduğunu gösterir. Yine İbrahim Peygambere atfen Tevrat’ta anlatılan seçilmiş kavim, vaad edilmiş toprak mitlerinin nüfusu artan göçebe Yahudi kabilelerin (12 kavimden söz edilir) aralarında siyasal ve dinsel birlik kurma mücadelesine girmelerine bakılarak daha o dönemden Filistin’in bir Yahudi yurdu olmaktan çok Yahudileri bir araya getirmek için onlara sunulan bir ödül, bir ganimet bir Kızıl Elma hikayesi olduğunu anlamak zor değil. Aslında Yahudi kabilelerin siyasal birliğinin sağlanması ile “seçilmiş kavme mahsus” Yahudi Dininin ortaya çıkışı arasındaki eşzamanlılık dinlerin misyonu hakkında oldukça ilham verici bir hikaye anlatmaktadır.
Bu konuyu burada bırakıp bu anlatıyı da neticede bir inançtır deyip geçebiliriz. Ne var ki Siyonizm’in yurtsuz Yahudi halkına bir yurt talebi bu anlatı üzerine kurulup o topraklarda yaşayan diğer halkları sadece Yahudilere hizmet etmek ve onlar tarafından yönetilmek durumunda olan ikinci sınıf halklar olarak görmeselerdi....
Hikaye böyle başlayınca 20. Yüzyılda Nazilerle birlikte esmeye başlayan anti semitizm rüzgarı Yahudi halkı açısından ortaya çıkan mağduriyet üzerinden Yahudiler için yurt talebine yeni bir meşruiyet ve aciliyet kazandırdı. Ancak Nazi Almanya’sının neden olduğu savaş bitip 40 milyon kişi hayatını kaybettiğinde Holokost denen soykırım makinesinde Yahudilerle birlikte hayatını kaybeden Çingeneleri, Polonyalıları, Macarları, Rumenleri vb. diğer halkları savaşın galipleri çok mesele yapmadılar. Galiplerin nasıl bir strateji izleyeceği Nürnberg mahkemelerinde bile belli olmuştu. Hikaye Holokost denen soykırımın biricikliği üzerine ve sadece Yahudileri ilgilendirdiği üzerine kuruldu ve ondan önce yapılmış (Kızılderili, Çerkes, Ermeni vb.) ve sonra yapılacak bütün soykırımlar önemsizleştirildi. Böylece Osmanlı’nın çekilmesi ve birleşik Krallığın desteğiyle başlayan Filistin’in Yahudi yerleşimciler eliyle kolonize edilmesi süreci hızlandırıldı. Bilindiği gibi 2. Dünya Savaşı 1945’de bitti İsrail devleti ise 1948’de kuruldu. Aslında Yahudi yerleşimcilerin yayılmacılığı silahlı üstünlüğü ile bir kolonizasyon süreci sonucunda doğan İsrail’in kuruluşu bir son değil tersine bir başlangıçtı ve Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilerin topraklarına el koyarak genişleme süreci 1948’den günümüze hızlanarak devam etti. Bilenler biliyor o yüzden İsrail’in savaşlar, katliamlar ve işgallerle kaim olan tarihini anlatarak burada satırları gereksiz yere işgal etmek istemiyorum.
Biliyorsunuz çok değil bir hafta kadar önce Mısır’da Trump şov ile Gazze’de Hamas ile İsrail arasında ne olduğu henüz tam belli olmayan adına barış denen ancak sadece barışı bir niyet beyanı olarak belirten somut olarak ortada sadece ateşkes ve rehine takası olan bir anlaşma imzalandı. Bu noktaya gelen süreç iki yıl önce Hamas’ın 1200’e yakın kişiyi öldürmesi ve 250 sivili rehine alması ile başlamıştı. Hamas’ın kısa süren zafer narları ardından İsrail’in orantısız saldırısı gündeme geldi ve geçen iki yılın ardından çoğu sivil yetişkin ve çocuk 70.000 Filistinlinin ölmesi ve tüm Gazze’nin (hastaneler dahil) tüm altyapısı ile birlikte dümdüz edilmesine bakınca Hamas’ın bu saldırısının sahada soykırımcı Netanyahu’ya yaramaktan başka bir şeye yaramadığını söyleyebiliriz. Ancak sahada 21 y.y. da eşi benzeri görülmemiş bir soykırım gerçekleşiyor olsa da bu durum küresel çapta önceden hesaplanamayan büyük bir tepkiye yol açtı. Özellikle de İsrail’in arka bahçesi olarak gördüğü başta ABD olmak üzere zengin batılı ülkelerin demokrat kamuoyu soykırıma büyük tepki verdi. Güney Afrika Cumhuriyeti Uluslararası savaş suçları mahkemesine İsrail aleyhine dava açmayı ve Netahyahu ile soykırım sorumluları hakkında tutuklama kararları çıkartmayı başardı. İki gün önce Trump “Nobel Barış Ödülü bana verilmeliydi” hezeyanları ile kameraların önüne geçerken ABD, Kanada, İngiltere, İspanya, İrlanda, Fransa, Almanya, Yunanistan, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya, Brezilya, Arjantin vb. ülkelerde milyonlarca insan İsrail’in soykırımına karşı sokaklara dökülüyordu.
Bu satırlar yazılırken İsrail ateşkese rağmen Gazze’yi yeniden bombalamaya devam ediyordu ve ABD’de yüzbinlerce insan Krallara Hayır! Mottosuyla Trump karşıtı gösteriler için sokaklara dökülüyordu.
Başta Trump ve Netanyahu olmak üzere tüm muktedirler çok iyi biliyorlar ki ortada tesis edilen herhangi bir barış yok. Bütün konu Amerikan Ulusalcılığı ile Siyonizmin küresel ittifakının çıkarlarını tahkim etmek ve fiili durumlar üzerinden geri dönülemez kazanımlar elde etmektir. 7 Ekim 2023’den bu yana bakılınca 70 bin Filistinli’nin öldüğü söyleniyor bunlara enkaz altında kalarak cesedi bulunamayanlar dahil değil. Enkaza dönüşmüş Gazze’de yaşadığı söylenen 2 milyon kişi 2 yıl öncesine oranla çok daha dar bir alana sıkıştırılmış oldu. İsrail’in bitmeyen güvenlik endişeleri Filistinlileri adım adım daha dar alanlara sıkıştırmayı hedefliyor. Atılan imzanın mürekkebi kurumadan Netanyahu Gazze’yi çevreleyen devasa bir duvar inşasından söz etmeye başladı.
Gelinen noktada 2. Dünya savaşının bitiminden bu yana 80 yıllık anti semitizm hayaletinin İsrail’in meşru varolma ve kendisini savunma hakkıyla ilgili olmadığını tersine Filistin’de sürdürülen kolonizasyon ve etnik temizliği maskeleme bağlamında savaşın galipleri (2. Dünya savaşı) ‘nin desteğiyle ideolojik/politik/diplomatik bir argümana dönüştürüldüğü önyargısız ve vicdan sahibi herkes tarafından açıkça görülmektedir.
İsrail’in kuruluşu ve Filistin’in kolonize edilmesi hiçbir zaman Yahudiler ile Filistinliler arasındaki basit bir çatışma olmamıştı halen de öyle değildir. ABD’nin ve Batı Bloğunun Siyonizme verdiği siyasi, askeri ve stratejik destek sona ermediği sürece Filistin’de ve orta doğuda kan akmaya devam edecek gibi görünüyor. Ancak savaş sertleştikçe, soykırımlar hayasızca devam ettikçe ortada apaçık duran etnik temizliği dünyanın sıradan insanlarının gözünden saklamak daha olanaksız hale geliyor. Onlarca yıl Filistin’e karşı anlatılan “anti semitizm”, “mağdur Yahudi halkı” vb. kurgulanmış hikayeleri dinleyerek sessiz kalan batılı dünyanın vicdanlı insanları artık eskisi gibi ikna edilemiyorlar. Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi daha önce hayal bile edemeyeceğimiz kararlar alıyor. Siyonist İsrail yönetiminin militarist tutumu sertleşirken İsrail içinde Siyonist olmayan muhalefetin direnişi de sertleşiyor.
Sözün kısası hiçbir şey artık eskisi gibi değil. Neler olacağını yaşayarak göreceğiz.
Kimbilir belki de “her zaman hep kötüler kazanmıyordur” diyerek yazıyı noktalayalım.